Perşembe, Ekim 19, 2006

Elinde didgeridoo* dünyayı dolaşmak

*Dijiridu diye okunur

Benim Funda isminde bir arkadaşım vardı taa üniversite yıllarından. Aslında okurken pek samimi değildik ama mezun olduktan sonra daha çok görüşür olduk (daha doğrusu olmuştuk, zira artık pek görüşemiyoruz, çünkü ben buraya geldim, o da Kaş’a yerleşti, daha doğrusu evlenince yerleşecek, gerçek şu ki evlerini hazırlıyorlar ufaktan ufaktan, aslında enişte, yani Funda’nın nişanlısı, zaten Kaş’ta yaşıyor, yani yaşamıyor da çalıştığı ofis orda, çünkü o bir tur rehberi, kah orda kah Ağrı’da kah Kapadokya’da, kah –abartma istersen- neyse işte, nerede yaşadıklarını onlar da bilmiyorlar ama nerede yaşamak istediklerini biliyorlar: Kaş’da, ve de o yüzden evlerini oraya kuruyorlar. Ama hali hazırda zaten vakitlerinin büyük bir kısmı da Kaş’da geçiyor. Bu arada yeri gelmişken söyliyeyim: Ben Kaş’a hiç gitmedim! Kalkan’a da gitmedim :( )

Ama Kapadokya’ya gittim, tam bir sene önce gittim. İlk gidişimdi ve itiraf ediyorum pişman oldum, “neden bu kadar geç kaldım buraya gelmek için” diye (Hala gitmeyen varsa gitsin, görsün.).Normal insanlar gibi ortaokulda, lisede okul gezilerine katılıp gidebilirdim (Yok gidemezdim, babam izin vermezdi). E hadi onu yapamadım diyelim, üniversitede gidebilirdim, nerdeyse her 15 günde bir gezi düzenlenirdi oraya (Yok, gene izin vermezdi. Bu arada ikinci bir itiraf: Ben üniversite son sınıfa kadar akşam sekizden sonra dışarı çıkamayan ve de arkadaşında kalamayan bir insandım). Hoş izin verseydi de gitmezdim, çünkü çok popülerdi o gezilere gitmek ve ben popüler şeyleri yapmaktan nefret ederdim (aslında hala ederim).

Kapadokya’ya geçen sene Funda’yı görmeye gitmiştim. Zira kendisi o sırada orada (yani şurada) çalışmaktaydı. Uzun uzun size Kapadokya’yı anlatmayacağım elbet, zaten “zip”lenmiş bir geziydi bu. Cuma akşamı karar verilmiş, cumartesi öğlene doğru yola çıkılmış, 4 gibi orda olunmuş ve pazar günü öğlen ayrılınmıştı. Ve bu kısacık sürede önce Turasan Şarap gezildi (evet, ilk oraya gittik!), sonra bacalar ve yer altı şehirleri gezildi, güneşin batışı izlendi, Uçhisar’a gidildi vs vs.

Ehem, didgeridoo ve Kapadokya nasıl bağlanır şimdi göreceksiniz:
Funda ve ofis arkadaşları ortasında avlusu olan 3 tane baca evde kalmaktaydılar, sabah hep beraber kahvaltı etmek için avluya çıkıldı, sofra hazırlandı ve Atıl dedi ki ben gidip ekmek alayım. Geldiğinde elinde 3-4 tane ekmek, yanında da sırtında upuzun ve ne işe yaradığını anlayamadığımız bir tahta boru taşıyan, sarı ve raspalı saçlı bir eleman ve de elemanın kız arkadaşı vardı. “O ha” dedik, “sen ekmek almaya gitmiştin, iyi ki gazete ve süt de alayım demedin” :)
Sonradan öğrendik ki o boru Aborjinlerin yerel bir müzik aleti olan didgeridoo imiş. (ayrıntılı bilgi için bkz.) Adını şu an hatırlayamadığım Hollandalı bu arkadaş, kendi didgeridoosunu kendi yapmış, Bulgar sevgilisiyle beraber o ülke senin bu ülke benim dolaşmaktaymış. Son derece keyifli bir kahvaltıdan sonra bize mini bir konser verdiler. Sonra da biz denedik çalmayı ama ufak bir tıslamadan öteye gidemedi çıkardığımız ses. Hayran oldum kendilerine, taşıdıkları özgür ruhlara, bunlar dünyanın çiçekleri dedi birisi ve herkes hakverdi. Kapadokya'yı bıraktık, elemanlarla sohbet ettik. Kapadokya zaten hep orada ama elinde didgeridoo dünyayı dolaşan bu çifti bir daha görme şansımız olmayacaktı. (Gerçi ilerki postlardan birinde e yuh artık denilecek türden bazı karşılaşma hikayeleri anlatacağım)

E nasıl bir ses çıkartır bu didgeridoo diyenler içinde, üstad Jeremy Donovan’dan güzel bir dinleti sunayım size:



Eskiden eline gitarını alan dünya turuna çıkardı. Şimdi didgeridoo ile yapılmakta bu eylem. Mesela şöyle.Çıkmaya niyeti olanlar varsa bunu bilsin de çıksın.
Aklımdayken söyliyeyim, ikinci paragrafın son cümlesinde yazılı olan sebepten ötürü şu kitabı da okumadım henüz.

2 yorum:

Adsız dedi ki...

ya bayan, neden sizin bu güzel blogunuza kimse yorum girmiyor, sadece ben mi okuyorum acaba.. öyle bir his var, sadece bana yazıyormuşsunuz gibi, doğrusunu söylemek gerekirse ben de pek iyi bir takipçi değilim..

cinuçen..

CHROMA dedi ki...

merhaba cinuçen,
neden yorum girilmiyor bilmiyorum. ama normalde de böyle bir yapım var benim. gittiğim yerde herkes susar, pek konuşulmaz. Sessiz sakin olur.
Aslına bakarsan yorum girilmesi de gerekmiyor zaten. Öylesine yazıyorum ben.