Cuma, Eylül 22, 2006

Balıklık

Deniz kenarında olmasına rağmen Adana'da pek balık kültürü yok. Kırmızı et ve kebaptan başka bir şey yemekten sayılmaz burda. Üstelik Çukurova'nın ortasında, en verimli tarım arazilerine sahipler ama sebze yemekleri de pek tercih edilmez. Etin yanında süs amacıyla (salata veya dolmalık malzeme olarak) kullanılır.
İşte bu kültüre inat bu hafta hep balık yedim. Hepsi de nefisti. Önce Dinemiz kızın, ziyarete gelen (ve iki gün önce dönen) kardeş şerefine yaptığı fırında balık (somon+et balığı), ertesi gün öğlen, işyerindeki arkadaşlarla deniz kenarında, Gölovası Balıkçısı'nda yenilen süper bi levrek (ki fotosu hemen aşağıda)


Ve son olarak da dün akşam, benim yeni şaheserim balık güvecinde fırın çupra! Şahit olarak da her zamanki gibi Dinemiz ve Wrzl vardı :)





Afiyet oldu herkese.

******

Son fotoya dair birkaç not:
1. Henüz büyük bir yemek masasına sahip değilim, misafirlere salon sehpasında yediriyorum yemeği.
2. Henüz büyük bir fırına sahip değilim. 4 tane balık vardı ve önce ilk ikisi pişti, sonra diğer ikisi.
3. Henüz araba sahibi değilim ama sevdiceğimin hediye etmiş olduğu ve sehpanın sağ köşesinde gözüken bir gitt'im var :)
4. Yakut benim, bira Yorkun'un, kolalarsa "biz yemekle alkol almayız, tadı bozulmasın" diyen misafirlerin (gerçi onlar misafir statüsünden çoktaaan çıktılar)
Yemekten sonra onlar şaraba, Yorkun da rakıya döndü.
5. Merak eden olursa anlatayım: Çupraları ayıklatıp alın, güvecin altına yuvarlak dilimlediğiniz soğanları yerleştirin, üzerine balığı yerleştirin (alt ve üstünde bıçakla iki kesik atmayı, kuyruğuna kadar ikiye bölmeyi ve içine-dışına tuz serpmeyi unutmayın), son olarak da yuvarlak dilimli patates, domates ve limonları ekleyip bir-iki çorba kaşığı zeytinyağı gezdirin. 230 derece fırında 30-35 dk pişirin, sıcaklığı 250 ye getirip 10 dk daha pişirin. Bu kadar basit!

Pazartesi, Eylül 18, 2006

Beterböcek



Nereden geldi şimdi aklıma bilmiyorum ama canım fena halde beterböcek izlemek istiyor! En eğlendiğim filmlerden biriydi: Bidıljuys bidıljuys bidıljuys :)

Bi de, internetteki yemek blogları yasaklanmalı, ya da en azından fotograf koyulması yasaklanmalı, ya da şifreli felan olmalı, açken girmek yasak olmalı, veya sayfa açılmadan önce uyarı yazısı çıkmalı, boy kilo indeksi sorulmalı, emin misin, bak açıyorum felan demeli. Ne biliim işte öyle direk açılmamalı, birbirlerine link atmamalılar......... Allah'tan ki yanımda yakınımda hemen gidip yiyecek alabileceğim pastane, kantin vs bir şey yok!

Cuma, Eylül 15, 2006

Dağdan taştan


Mont Blanc [1]

Adana'da hayatıma renk katan, desteğini her zaman hissettiğim, zor gün dostu, buradaki ilk arkadaşım, güzel insan Sülo'm yıllardır hayalini kurduğu amacını artık gerçekleştirdi ve nihayet dün Mont Blanc'a gitti! Üstelik iki pırlanta dağcı ile beraber. Bu ülkede az buçuk dağcılık yapmış olan herkesin bildiği Tunç Fındık ve Mustafa Kalaycı (nam-ı diger "Tafa") ile birlikte gitti. (Bir de yanlarında Öztürk Kayıkçı olsaydı Türkiye dağcılığının (benim tanıdığım) en süper & en pozitif & en sıcak 4 ismi bir arada olacaktı :) )
Ehe, Sülo'yla ilk tanışmamızı hatırlıyorum da, Anavarza'da (ki artık malesef orada tırmanmak yasak); önce "Süleyman Bey" idi, 2 hafta sonra "Süleyman Hoca" oldu, 1 ay sonra da "Sülo" :) Bu Sülo kişisi tırmanış esnasında karşısındakine sonsuz güven verir. Az çekmemiştir benim kahrımı rotalarda. Sonra da "aferim kız, ne güzel tırmandın öyle dağcı gibi" der ama ben bilirim ki tırmanmamışımdır, kendime güvenimi sağlamak için var gücüyle asılmıştır yukarıdan ipe. Zira benim o koca baseni desteksiz oralara çıkarmam pek mümkün değildir.


Mont Blanc-Panoromik [2]

Biliyorum Sülo, çok hoş gittin oralara, gelirken de hoşgel. Bir sürü fotograf ve anıyla beraber.

Bu aralar hep güzel haberler geliyor tırmanış camiasından:

1. Adana'nın bağrından kopmuş olan tırmanıcımız Mümin geçen hafta sonu çok zor bir işi başardı ve Nurettin'le beraber Büyük Demirkazık'ın kuzey ve doğu duvarını aynı günde tamamladılar. Kotayı oldukça yükseltip, resmen bir çığır açtılar Türkiye tırmanıcılığında.

2. Nihayet bir ilk gerçekleşti ve spor tırmanış milli takımı, dünya kupası için
dün İspanya'ya gitti. Hepinize buradan bol şans diliyorum Doğan, Seko, Uğur, Evren, Duygu ve Gürgel.

[1] http://www.sxc.hu/browse.phtml?f=view&id=166186
[2] http://sweb.cz/troolix/Mont_Blanc/

Pazar, Eylül 10, 2006



2 gün sonra tam 4 yıl olacak. Halbuki ben 2 sene vermiştim kendime. Gidersin, biraz para biriktirirsin ve dönersin. Ankara'da yaşamaya devam edersin. Ya da İstanbul'a yerleşirsin. Ama Adana'ya geleli tam 4 yıl oldu! 4 yıl 1 ay önce rüyamda görsem peeh der geçerdim. Adana yaa! Ne bi akrabam var ne bi tanıdığım. Ne yolunu bilirim, ne havasını. Koca bir boşluk beynimde ve "ne olacak acaba" dürtüsü.
Şimdi şaka gibi geliyor ama yaptım ben bunu. Elimde bir valizle tek başıma geldim bu şehre. Üstelik kimseyi tanımadan. Tek bildiğim çalışacağım şirketin adı ve adresi. Daha doğrusu adres bile değil, sadece bir köy adı. Hiç korkmadım, hiç endişelenmedim. Ufak tefek teredütler oldu ama aşıldı hepsi. Ne de olsa ben güçlü bir kişiyim, her şeye alışır insan, oraya da alışırım dedim. Hem tek yaşıycan kızım, kapatırsın kapını, açarsın interneti, dünya elinin altında. Çıkmak istersen çıkarsın dışarı, elbet yaşayan birileri vardır orda dedim kendime. Ya öğretmen olsaydın, bak onlar da ellerinde valiz, gidiyorlar tek başlarına başka bir şehre, hatta köye. Ne var bunda bu kadar düşünecek? ...Ama Adana yaa!.. Off, be kızım, süper bir iş işte, daha ne istiyorum? Üstelik bu kadar da değil, boşandıktan sonra depresyona giren annem de böylece biraz kendine çeki düzen verir, herşeyi bana yıktı, bakkala bile gitmiyor. Ben Adana'ya gidersem o da dışarı çıkmaya başlar mecburen, kendine gelir yavaş yavaş. ..Ama ama.. Ya daha ne olsun? Hafta sonları çalışmayacağım artık. Evde durmamı gerektirecek birileri de olmayacak hem, böylece o çok istediğim dağcılığa da başlayabileceğim. ..Ya alışamazsam?... Niye, orada yaşayanlar da insan değil mi? Yaşayan nasıl yaşıyor? Ne olacak ki? Çok bunalırsam 2 haftaya bi gelirim Ankara'ya. ...Ev yok, bişey yok, nerde kalcam ben?... Dur hele bi gideyim bakalım oraya. Pansiyon mansiyon bi şeyler ayarlarım artık, koca kız oldum, kalırım bi süre orda, bi yandan da ev bakarım. Hem babamın eli armut toplamıyo ya, gelir o da yardım eder. ...Babam mı? Ya, bi de o var. Ya benle kalmak isterse, tek bırakmam derse?... Hoop, o kadar uzun boylu değil. Bunu daha önce, bırakıp gitmeden önce düşünseydi. Peşin peşin söyle istemediğini, tek yaşayacağını. Hem o kalırsa, kardeşim gelmez, annem gelmez evime. Açıkca anlat bunları...Off, ama nasıl, çok kırılır... Kırılmaz merak etme, buna hakkı yok... Neyse, bunu o zaman düşünürüm. Şimdi evrakları hazırla, valizi toparla. Ankara yağmurlu ama orası 35 derece, güneşli gözüküyor hava durumunda. Hırkamı giydim ama yanıma bi iki tane askılı bi şeyler alayım. ...Vedalaşağım insanlar var, daha bi sürü arkadaşı görmedim. Çok ani oldu bu karar ya... Aman be kızım, duyan da dünyanın bi ucuna gidiyorum sanır. Adana bu Adana. Otobüsle 6,5 saat. Nasıl olsa gelicem ara ara, o zamanlar görürüm milleti, üstelik hepsinin cebi var. Ulaşırım istediğim zaman.. Hadi bakalım, 23.30 arabasına. Sabah Adana'dasın!

Tam 4 yıl oldu!

Gelmeden iki gün önce bir rüya gördüm. Şalvarlı adamlar sokakta dolaşıyor, bense tek başıma bakıyorum korkuyla etrafıma. Aniden gözümü açtım ve "ne yapıyorum ben ya?!" dedim, gecenin bi yarısı. Güldüm sonra kendime, yeni hayatım hayırlı olsun :)

4 yıl...


(Dip not: Sokakta dolaşan şalvarlı adamlar yok Adana'nın benim yaşadığım bölümünde.)

Çarşamba, Eylül 06, 2006

Memleket meseleleri



Lübnan'a asker gönderilmesi onaylandı. Meclisin tavrı zaten belliydi. Halk istemediği için Irak'a asker göndermemiş olan ve buna dair pişmanlıklarını her fırsatta dile getiren vekillerimiz nedense (?) bu kez halka rağmen tezkereyi onayladılar. Amerikalı dostlarımız da bu karara pek sevindiler. Kendi milli sınırları içinde dahi söz sahibi olmayı beceremiş bir ülke neden Ortadoğu'da söz sahibi olmak ister ki? Bu konuda düşüncelerimi zaten biliyorsunuz. Benim "küçük" beynim içinde silah içeren, ölüm içeren hiçbir olguyu anlayamıyor, kavrayamıyor, taraf tutamıyor. Ne Hizbullah'tan yanayım, ne İsrail ve yanındakilerden.

Fotograftaki eserde Osman Bozkurt'un da vurguladığı gibi: "Sevgili kedicik, herşeye rağmen insanların kalplerinin aslında iyi olduğuna inanıyorum."
(ara not: Savaşa karşı Türk tasarımcıların yaptığı diğer eserleri şu sayfada görebilirsiniz.)

Hoop, başka konuya geçiyorum. Aşağıdaki iki farklı görüntü de Türkiye'den, İstanbul'dan. Son 4 gün içinde çekildi. Biri Rock'n Coke'dan, diğeri Fatih'te cenaze töreninden.





Bir tarafta festivale katıldığı, gönlünce eğlendiği için dejenere olmakla, kültürünü tanımamakla suçlanan cıvıl cıvıl bir gençlik kitlesi. Diğer tarafta sarıklı cüppeli, kara çarşaflı bir güruh. Ama hepsi T.C. kimlikli ve bu ülkenin vatandaşı. İşte Türkiye gerçeği. Gönül isterki festival görüntüleri çoğalsın (hatta festivaller çoğalsın, her şehre yayılsın, Adana'da da rock festivali olsun-dur dağılma, konuya dön), Fatih'te ki gibi görüntüler azalsın, yok olsun ama işte böyle bir karışımdan oluşuyor bu ülke.

Pazar, Eylül 03, 2006

Bitti



"Hep denedin hep yenildin. Ne önemi var?
Yine dene yine yenil. Daha iyi yenil.." *
.
.
.
Herşeye rağmen yine denedim. Son kez.
.
.
.
Ve, bitti
.
mi?
.
.
:,(


* Samuel Beckett