Pazartesi, Ağustos 20, 2007

Hiç olmadı

1. Gözlük: Ne güneş gözlüğü ne de dinlendirici gözlük duramaz benim gözümde. Sevemediğim, alışamadığım bir alet kendisi. Neyseki herhangi bir göz bozukluğum yok da takmak zorunda kalmadım şu güne kadar. Gözümde en uzun süre durmuş olan gözlük türü dalgıç gözlüğüdür ki o da 10 dakikayı geçmemiştir herhalde. Güvenlik gözlükleri de dahil olmak üzere hangi türü olursa olsun, taktığım anda alnımın ortasından başlayıp yanlara doğru yayılan bir ağrı giriyor başıma. OHSAS 18001 almış bir şirketin sorumlu kimyageri olarak bu durum en çok iş güvenliği uzmanımızın sinirini bozuyor, e haklı da aslında adam ama, durum bu maalesef.


2. Converse ayakkabı: Hatırlarım, taa bizim 13-15 yaşlarında olduğumuz dönemlerde de vardı conversler (bu arada doğum tarihim 23.08.1978). O zamanlar bu kadar popüler değildi ama bir statü belirtisi sayılırdı. Zira biraz pahalı idi. Çok istememe rağmen almamıştı annemler. “Ben bu kadar para verip kendime ayakkabı almadım” diyen bir memur anne-baba çocuğu olarak gözüm kalırdı kendilerinde ama heyhat, kader utansın ki şu gün oldu hala bir conversim yok. Hoş artık param var, çalışıyorum, kardeşimin 2’si benim tarafımdan alınmış olmak üzere 5 tane conversi var ama gidipte kendime almıyorum. Çocukken pahalı oldukları için eve yılda 1 veya 2 kere alınan muz gibi, antep fıstığı gibi bir anlamı var benim gözümde.



3. Pırlanta yüzük / altın bilezik: Sevemediğim bir başka takı türüdür kendileri. Sevgili kocama özellikle dedim sakın ola bana tek taş, ikili, üçlü vs türü bir şey alma diye. Hoş zaten isteseydim de almazdı ve dahi evlenmezdi. Gerçek şu ki, zenginlik belirtisi olan hiçbir şeyi sevemedim ben. Bir kişinin bile üstümdeki bir şeyde gözü kalsa huzursuz oluyorum. Hele son zamanlarda pırlantaya dair reklamların artması, efendim “her genç kız ister” türü lafların çoğalması beni ziyadesiyle irite etmekte. Düğünde takılan altın bileziklerin de sadece bir tanesi evde duruyor. Diğer hepsi aynen kasaya gitti. Takamadıktan sonra evde durmasının ne anlamı var ki? Bununla beraber bakırın ve gümüşün başımın üstünde yerleri vardır. Aslan burcu kadının tam tersi davranması beklenir ama zaten ben de tam aslan sayılmam. Arada derede kalmışım işte.


ps. Bu yazılanların doğumgünümün yaklaşmasıyla hiçbir alakası yoktur. Bunlardan birine sahip olmak isteseydim eğer şimdiye kadar almış olurdum :)

Salı, Ağustos 14, 2007

Hayırlara vesile olsun

Hani bazen birşeyler olur ve birden hayatınız değişir, hiç bir şey eskisi gibi değildir artık. Üstelik nasıl olduğunu da anlamazsınız. Tepe taklak olursunuz ama eskiyi de fazla hatırlamazsınız, bir anda adapte oluverirsiniz herşeye farkında olmadan. Geçmişte yaşananlar masal sahnesi gibi belirir ara sıra sadece. Bir hazırlık sürecinden sonra da olabilir bu değişiklik (işe başlamak gibi, şehir değiştirmek gibi, evlenmek gibi, çocuk sahibi olmak gibi), aniden de olabilir (uzun süreli tedavi gerektiren ciddi bir hastalığa yakalandığını öğrenmek gibi, sokakta gördüğün kediyi bir anda alıp eve getirmek gibi vs). Böyle bir belirsizlik ve değişim sürecine giriyoruz hep beraber. Ama malesef o çok savunduğumuz demokrasi ve cumhuriyet kavramları bize bunları hazmetmemiz gerektiğini söylüyor.
Abdullah Gül cumhurbaşkanı olduktan sonra neler olacak acaba?


Bütün bu politik sürecin başlamasında en etkili isimlerden olan ve başbakan ve cumhurbaşkanı olduğu dönemde ülkede imam hatip lisesi sayısının tavan yapmasına destek veren Demirel'e, ortak olduğu askeri darbe ile ülke gençliğinin ve bir sonraki neslin gençlerinin büyük bir kısmını politikadan uzak tutmayı-tutturmayı, soğutmayı başararak meydanın din bezirganlarına bırakılmasına vesile olan Evren'e ve bize sürekli "aman kızım/oğlum, biz sağ sol kavgasından çok zarar gördük, her iki taraftan da çok kişinin canı yandı, sakın ha sakın politikayla uğraşma, akıllı uslu okuluna git gel" diyen anne babalarımıza saygılarımla.

En kötü demokrasi bile en iyi darbeden daha iyidir derim ben.

*Resim, Kenan Evren tarafından Marmaris'te yapılmıştır.

Çarşamba, Ağustos 08, 2007

Paradoks


Dünya ısınıyormuş, su kaynakları azalıyormuş, CO2 emisyonları artıyormuş, Kyoto varmış, birileri artık kabına sığamayıp bir şeyler yapmaya çalışıyormuş, yenilenebilir enerji kaynakları felan kimin umrunda cicim?
Benden duymuş olmayın ama yeni enerji yatırımları, yeni santraller yolda, geliyor. İnanmıyorsanız bakın. (Bu başvuranlardan biri de benim çalıştığım şirket.) Hedef güçlü Türkiye! Enerjide dışa bağımlılığı azalan, enerji açığı olmayan refah bir ülke. Ne demiş bir Türk büyüğü: Durmak yok, yola devam.
Not: Bu santrallerin tümünün 2012'ye kadar kurulmuş ve işletmeye alınmış olması gerekiyor. Çünkü Kyoto Protokolü 2012'de yenilenecek, belki adı da değişecek. Ve de büyük ihtimalle tüm ülkeler imzalamak zorunda kalacak. Bu durum ayrıca şunu da açıkca gösteriyor ki Türkiye 2012'ye kadar Kyoto'yu felan imzalamayacak. Hoş o tarihe kadar kim öle, kim kala!