Perşembe, Ağustos 31, 2006

Hoşgeldin



Hoşgeldin Ece bebek. Ne iyi ettin.
Senin bu annen var ya, lisede saçlarını kısacık kestirip dik dik yapar, kulaklığını takıp derste Nirvana dinlerdi, hatta bir keresinde koridorda bağıra çağıra "rape me" yi söylemiştik, millet garip garip bakıp gülmüştü. Sözlüğe bakmayı akıl ettik de anladık neden baktıklarını. Dur daha bu kadar da değil, sevgili annen patenlerini takıp Kızılay'da gezerdi, Roadhouse'a gidip Prodigy dinlerdi. Koluna kocaman bi dövme yaptırdıydı da, deden görmesin diye yazın ortasında kollu bluzlar giydi yıllarca evde. Bakma şimdiki haline, sonradan ciks oldu o öyle :p

Blog etiği mi? O da ne :)



Ben bu blog etiği mevzusunu anlayamıyorum bir türlü. Blog sahibi olmak son derece basit bi şey, isteyen herkes blogspot'tan, wordpress'ten, blogcu'dan veya ordan burdan bi sayfa alıp, yazı yazabiliyor. Bu durumun blog sahibine sağladığı ne bi reklam geliri var ne de sosyal bir misyonu. Okuyucu olarak yazıya ekleyeceğin bir şey varsa yorum yazarsın veya yazılan postta verilen bir bilgi yanlışsa doğrusunu bildirirsin. Ama bunu bir formata oturtmaya çalışmanın, blog dediğin böyle olur, şöyle olmaz demenin, veya blog yazılarını edebi bir akım haline getirmenin ne gereği var ki? Özellikle de şahsi özelliği olan bloglarda isteyen mayolu fotograf koyar, isteyen ayak fotografı, isteyen ne yiyip ne içtiği yazar, canı isteyen de politik görüşünü aktarır. Zaten çiçek böcek anlatan da var, çocuğunun her saniyesini aktaran da var blog aleminde. Buna sınır koymak veya eleştirmek de kimsenin haddine değildir diye düşünmekteyim. (Hukuka aykırı durumları konu dışı tutuyorum.)

Bu sayfayı alırken hiç de öyle reyting alsın, herkes okusun, bi sürü yorum girilsin felan gibi bir niyetim yoktu. Halen de yok. Zaten pek bakan da yok :) En yakın arkadaşlarım dahi 3 ay sonra öğrendiler. Canım ister yazarım, canım ister "delete this blog" derim. Bu kadar basittir bu iş. Kendime bir çevre edinmek, günden güne okuyucu sayısını arttırmak, diğer blog sahipleriyle tanışıp kaynaşmak gibi bir derdim de olmadığı için blog kardeşliği üyesi de değilim.

Peeh, rahat olun biraz yaw. İnternet diyoruz, özgürlük diyoruz, paylaşım diyoruz, keyfini çıkartın bunların. Boşuna germeyin kendinizi.

ps. Fotografın sahibini ve modeli bilmiyorum, google da tarama yaparken buldum.

Salı, Ağustos 29, 2006

5 YIL GEÇMİŞ

Bana öğretilen herşey,
Bana önerilen herşey,
Bana dayatılan yaşantı,
İşe yaramaz bir çöplük.
Yarattığınız sistemler,
Kullandığımız yöntemler,
Yaşamak istemem aranızda.
Belki de terslik bende,
Yapamadım bu düzende.
Kaçacak delik arar oldum,
Sürüngenler şehrinde.
Eğitilmiş köpekler,
Doymak bilmez maymunlar,
Yaşamak istemem artık aranızda!
BENDEN BİR RUHSUZ YARATMAYI NASIL BAŞARDINIZ,
BENDEN BİR HİSSİZ YARATMAYI NASIL BAŞARDINIZ
BENDEN BİR UYUMSUZ YARATMAYI NASIL BAŞARDINIZ
BENDEN SİZDEN BİRİ YARATMAYI NASIL BAŞARDINIZ
Yaşamak istemem artık aranızda

YAVUZ ÇETİN

Pazartesi, Ağustos 28, 2006

Bardak mı dediniz?


Bulaşık yıkarken farkettim ki evde gereksiz bir bardak fazlalığı var. Bardaklar bu kadar bol olunca her çaya, her kahveye, her suya ayrı bardak kullanılıyor ve o bardaklar evin bilimum yerlerinde (çalışma masasında, yatağın başucunda, çamaşır makinesinin üstünde, banyo aynasının önünde, salonda sehpanın üstünde, mutfak tezgahında veya yemek masasında) birikiyor. Üşenmedim saydım ve tek tek fotografladım. Kalemlik niyetine kullanılan kupaları ve utanıp da çekmediğim kahve fincanlarını da sayarsak eğer tam 87 adet bardak var evde!!! Merak edenler buraya bakabilir, veya buraya, veya buraya, veya buraya, veya buraya, veya buraya, veya buraya....

Perşembe, Ağustos 24, 2006

Chroma the birthday girl















Bunu yapan bunlarla yaptı:
Kimyaspor ekibi; Yorkun; Dinemiz patisserie; ManituWRZL; Süleyman Hoca Efendi ve Fatima Sultan; Ouz ve pıtırcık

Çarşamba, Ağustos 23, 2006

Rahat bi nefes aldık

Hacettepe Üniversitesi - Biyoloji Öğretmenliği'nde okuyacak olan bir kızın ablasıyım artık. Her sonuca hazırdık, puanı çok yüksek olmadığı için herhangi bir programa yerleşemediniz yazısı çıkacağını düşünerek açtım ösym sayfasını. Ama yanlış düşünmüşüz :)
3. tercihiydi. Hem öğretmen olmak istiyordu, hem biyolojiyi seviyordu. Daha ne olsun. Sevinçten ağlamakta şu anda telefonun öbür ucunda. Üstelik Almanca okuyacak, iki dil birden öğrenmiş olacak. Ben buna daha çok sevindim.
En yakın arkadaşlarından biri Hacettepe Biyoloji'yi, diğeri Hacettepe Kimya Öğretmenliği'ni, bir diğeri Fizik Öğretmenliği'ni kazanmış.
Oh, içimiz rahatladı valla. Teşekkür ederim zortuk sopranom. Süper bir doğumgünü hediyesi oldu!

Salı, Ağustos 22, 2006

Homofobi

Girizgah:
1. İşyerim evime pek bi uzak olduğundan dolayı her gün yaklaşık 2,5 saatini serviste geçiren bir kişiyim. Bu nedenle servise günde 5 tane gazete alırız ve gidiş gelişlerde o gazeteleri magazin haberleriyle beraber hatmederim. Dönem dönem de kitap okurum. (Tabi kimisi uyumayı tercih eder.)
2. Hıncal Uluç'u pek sevmem ama takdir ederim. Ülkenin en popüler gazetelerinden birinde hergün yarım sayfa yazı yazmanın kolay olmadığının farkındayım. Üstelik sadece tek bir konuda değil, dereden tepeden. Biraz ekonomi, biraz spor, biraz kültür sanat. Hemen her konuda yazmışlığı vardır heralde. 1 numaralı başlıkta açıklamış olduğum gazete okuma sürelerinin hergün 10 dk. sı Hıncal Uluç'a aittir. Bu bende alışkanlık olmuştur.

Ve sadet:
İzinli olduğum dönemde Hıncal Uluç şöyle bir yazı yazdı. Yazar, normaldir, o her konuda yazar. Enteresan olan ise gazetede hemen o sayfanın yanındaki sayfada da şöyle bir haberin oluşuydu.

Bekleyelim görelim bakalım ne olacak dedim. Gerçi ne olacağını zaten tahmin ediyordum. Sonucun ne olduğu da şurada yazıyor.

Eşcinsel değilim, hemcinslerime karşı eğilimim hiç olmadı, kız veya erkek hiç eşcinsel arkadaşım olmadı. Ya da belki oldu ama ben bilmedim. Tahmin yürüttüğümüz, uzaktan gözlemlediğimiz durumlar oldu ama gidip de soramadık tabi. Ve hep kafamın bir köşesinde şu soru durdu: Bir çocuğum olsa ve ileride bana eşcinsel olduğunu söylese ne yaparım? Cevap basit aslında: O mutlu olduğu müddetçe ben de mutlu olurum.

Ama bunu gerçekten uygulamaya koyabilir miyim? Sanırım evet.

Homoseksüelliğin hastalık veya sapıklık olduğunu düşünmüyorum. Ama farklı bir beyne sahip olduklarına inanıyorum. Bir kere son derece yaratıcılar. Dünyaca ünlü modacıların, şarkıcıların, tiyatrocuların eşcinsel olmaları bir tesadüf olamaz herhalde. Bir eşcinselin çocuk yaştan itibaren ruhunda fırtınalar estiğini, hissettikleriyle kendisine öğretilenler arasındaki farkı kimseye soramadığı için kendi kafasında sorgulamasının getirdiği huzursuzluğu tahmin etmek pek de zor değil. Ve sanırım ruhlarındaki bu gelgitler nedeniyle bu kadar yaratıcılar. Benim anlayamadığım esas nokta, mitolojik hikayelerde bile yer bulduğuna göre yüzyıllardır insanlığın bir parçası olan bu olguyu, insanoğlunun kabullenmekte neden bu kadar zorlandığı?

Bir de gece otobanlarda gördüğümüz, TV haberlerinde izlediğimiz, bir önceki paragrafta açıklamaya çalıştığım profilin dışında kalan bir transeksüel grubu var ki bu gruptaki kişiler tıp biliminin de ilerleyişiyle birlikte (hadım edilenleri saymaz isek eğer) son 20-30 yıldır dünyadaki yerlerini aldılar. Kendi halinde yaşayanları konu dışı tutarak, bir kısmı -yani bu özelliklerini gelir kaynağı olarak kullananlar- tavır,davranış ve cümleleriyle gerçekten çok irite edici, rahatsızlık vericiler. Aynı ortamda bulunmak istemem. Gerçi aynı şekilde davranan "gerçek" kadınlar da var ama konunun o kısmına girmeyeceğim.

Sonuç:
Başlıkta öyle yazılı ama homofobik değilim. Durup dururken neden bu konuda yazma gereği hissettim, bilmiyorum. Galiba 3 gündür Radikal'de yayınlanan yazı dizisinin etkisi var biraz.

Perşembe, Ağustos 17, 2006

BUNGEE

"Yapmadığınız bi bu kalmıştı! Onu da yapın tam olsun. Siz benim yüreğime indireceksiniz" dedi annecik. Ama biz (yani kardeş ve ben) onu da yaptık. Sonuç: Anne hala hayatta :) Yüreğine de baktık, inen bir şey yoktu.



Yer: Antalya- Lara plajı. Biz bunu yapalı 14 gün oldu ama ben çok yoğun bir kişi olduğumdan dolayı ancak yazabildim. Yanarım yanarım da bi poz fotoğrafım olmadığına yanarım. Videosu çekilen kişi kardeş. Çeken ise benim ama önce o atladığı için yukarıda beni çekecek kimse kalmamıştı :( Neyse ki sertifika (!) verdiler de bi şekilde belgelendi benim durumum.

Bungee yapacaklara bi çift sözüm var, kuleye çıkmadan evvel hiç bir sağlık sorununuz olmadığına dair bir belge imzalıyorsunuz. Yukarıda kalbiniz yerinden çıkacakmış gibi gümlüyor. Atladığınız ilk anı hatırlamıyorsunuz. Zaten kendiniz atlamıyorsunuz, yanınızdaki görevli sizi hafifçe itiyor. Birden çığlık atıp havada salınırken buluyorsunuz kendinizi. İlk gün pek bir şey yok ama sonraki iki gün boyun ağrısı ve sırtta hafif bir ağrı ile geçiyor. Bir de benim ayak bileklerime taktıkları ağırlığı biraz fazla sıktılar galiba ki, yaklaşık 10 gün bileğim sızladı. Ama değer. Gene yapar mıyım sorusunun cevabı ise "evet" oluyor.

Bungee'yi saymazsak eğer, kahvaltı et, gazete oku, denize gir, duş al, öğlen yemeği ye, okey oyna, tekrar denize gir, duş al, kitap oku, akşam yemeği ye, biraz sohbet muhabbet, sudoku çöz ve yat döngüsü içerisinde geçti 9 gün. Bana kalsa 2 gün yeterdi ama işin ucunda yıl boyu doğru düzgün görüşülemeyen bir anne olunca süreyi biraz uzatmak gerekiyor. Zaten doğuştan dibi tutmuş bir tene sahip olan ben, şu an karanlıkta görülemeyecek kadar karardım. Dinemiz ile yanyana durunca İstanbulspor bayrağı gibi oluyoruz.

Tatilden evvel sudokunun ne olduğunu hiç bilmezdim. Yani sağda solda çok duydum, çılgınlık düzeyine ulaştığını görüyordum ama ne ki bu diye bakmamıştım hiç. Aman o ne güzel bulmacaymış öyle! Can sıkıntısına birebir. 2 sudoku en az 1 saat oyalıyor. İlk bir kaç deneme başarısız oldu tabi ama artık samurai sudoku bile elimden kurtulamaz.

İşyerinde ise ISO 14001 & OHSAS 18001 hazırlıkları tam gaz sürmekte. Önümüzdeki ay gerçekleşecek olan esas denetlemeyi de geçtikten sonra herkes rahat bir nefes alacak.

Ve son olarak, special thanks to OIBYRD.

Perşembe, Ağustos 10, 2006

Çok şey var yazacak

Bayağı bir zaman geçti aradan, birikti pek çok konu ama bunu bekletmeden yazacağım.
Milliyet'te dün "Türkiye'nin Gerçek Yıldızları" isimli yeni bir yazı dizisi başladı. Herbiri kendi dalında dünya çapında çalışmalar yapmış akademisyenleri ve çalışmalarını tanıtıyorlar. Bence çok geç bile kalındı bu konuda. Sabah akşam magazinle yatıp kalkan, haber=magazin diyen, para sahibi veya baldır-bacak sahibi olması dışında başka bir özelliği olmayan şahısların köpeğinin ismini bile bize öğreten medyada birilerinin bunları da yazması hoş tabi ama aynı gazetenin internet sayfasında bu yazı dizisinin ilk sayfada yer almaması, dün dizi hakkında yaptığım olumlu 2 yorumun bir türlü yayınlanmamış olması garip geldi doğrusu.(ki sanırım pek çok kişinin yorumu yayınlanmadı, zira böyle bir konuda gerçekten sadece 6 kişinin yorum yapmış olduğuna inanmak istemiyorum)
Tamam, sadede geldim. Bugün o yazı dizisinde üniv yıllarında heyecan ve azmine hayran olduğum, gençlerle iletişimine gıpta ettiğim, bir pire kadar aktif olmasına, sürekli bir şeyler için koşturmasına rağmen nasıl olur da kilo veremez :) diye merak ettiğim biyokimya hocası Adil Denizli vardı. Biz onu zaten tanıyorduk da bilmeyenler de öğrenmiş oldu. Linki aşağıda:

http://www.milliyet.com.tr/2006/08/10/guncel/agun.html

Kendisi aynı zamanda benim bitirme ödevim için Cibaron Blue F3GA takılı Polihidroksietilmetakrilat (P-HEMA) mikro küreciklerimi de üretmiş olan kişidir. Bu vesile hem kendisine tekrar teşekkür edeyim, hem de rahmetli Ömer Hoca'yı (Prof. Dr. Ömer Genç) yadedeyim istedim.
Bir de Adil Hoca'nın yanında duran Müge isimli şahsiyeti akşam arıyayım da bi gülelim bol bol, ne komik çıkmışın kız sen diyeyim :)

Ben eminim ki Hacettepe Kimya'da daha pek çok hoca var, ilham alınması gereken. Umuyorum sıra bir gün onlara da gelir.

Ayrıca yazılmak için zaman bekleyen konular:
-Antalya'da tatil,
-Bungee Jumping,
-Duygu Asena,
-Yaşlanmışlık hissiyatı,
-Sudoku hastalığı,
-Ve bi kaç bişey daha var hatırlamıyorum şu an.


Edit1. Aynı yazı dizisi içerisinde bugün de Rıdvan Hoca'yı anlatmışlar. Kadrosu Kimya Öğretmenliği'nde olmasına rağmen bizle de çok çalışmıştı :) 12.08.06