Pazartesi, Şubat 12, 2007

Sahnede bir dev vardı



Yaşamak şakaya gelmez,
büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın
bir sincap gibi meselâ,
yani, yaşamanın dışında ve ötesinde hiçbir şey beklemeden,
yani, bütün işin gücün yaşamak olacak.
Yaşamayı ciddiye alacaksın,
yani, o derecede, öylesine ki,
meselâ, kolların bağlı arkadan, sırtın duvarda,
yahut, kocaman gözlüklerin,
beyaz gömleğinle bir laboratuvarda
insanlar için ölebileceksin,
hem de yüzünü bile görmediğin insanlar için,
hem de hiç kimse seni buna zorlamamışken,
hem de en güzel, en gerçek şeyin
yaşamak olduğunu bildiğin halde.
Yani, öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı,
yetmişinde bile, meselâ, zeytin dikeceksin,
hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil,
ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için,
yaşamak, yani ağır bastığından.



O ufacık adam sahnede tek başınaydı, ama sanki sahnede bin tane insan vardı, memleketimizden yüz tane, bin tane insan, bizim insanlarımız, Nazım'ın insanları.



Ayın altında kağnılar gidiyordu
Kağnılar gidiyordu Akşehir üstünden Afyon'a doğru
Toprak öyle bitip tükenmez
dağlar öyle uzakta,
sanki gidenler hiçbir zaman
hiçbir menzile erişmeyecekti.
Kağnılar yürüyordu yekpare meşeden tekerlekleri ile
Ve onlar
ayın altında dönen ilk tekerlekti
ayın altına öküzler
Başka ve küçük bir dünyadan gelmişler gibi
ufacık, kısacıktılar
ve pırıltılar vardı hasta kırık boynuzlarında
ve ayın altından akan
toprak,
toprak
topraktı.
(Kurtuluş Savaşı Destanı)

Teşekkürler Betty, teşekkürler Dine.

0 yorum: