Balıkesir'de kısa dönem jandarma olarak yapacak askerliğini.
4 yıldır ilk kez bu kadar uzun süre ayrı kalacağız. İlk gece çok zor geçti, uyuyamadım, ter bastı, nefesim daraldı vs vs. Haftasonu kendime bir sürü iş çıkardım vakit geçirebilmek için.
Adrasan'da güneş denizden doğuyor :) Sabah 06:43'de odanın balkonundan manzara şu şekildeydi:
Konakladığımız otel koyun tam ortasında, sahile çok yakındı (yaklaşık 15 adım). Akşamüstü iskeleden otelin görüntüsü (Bahçedeki ağaçların arkasında kalan beyaz bina):
Otelle ilgili bir kaç bilgi de vereyim. Atıcı 1'de kaldık. Bir aile oteli ama butik otel tarzında değil. Koyun tam ortasında olduğu ve denize yakın olması nedeniyle konum açısından çok avantajlı. Ön odalar denize, arka odalar çam ormanına bakıyor. Biz 3. katta deniz manzaralı 28 no'lu odada kaldık. Manzara muhteşemdi, 1. ve 2. katlarda pek manzara görünmüyor, ağaçlar kapatıyor. Eğer 2 aile gidecekseniz 27-28 no'lu odaları alın, zira bu odaların ortak, kocaman bir balkonu var. Kardeşim de bizimle gelmişti ve o 27 no'lu odada kaldı. (Not: 27-28 nolu odalar çift kişilik. Ayrıca 3 kişilik odalar da var). Odalarda klima ve banyo mevcut, 24 saat sıcak su var. Aşırı konfor aramıyorsanız, Atıcı 1 kesinlikle tavsiye olunur. Biz oda+kahvaltı konakladık, böylece koydaki diğer pansiyonların restoranlarını da deneme şansımız oldu.
Sezon sonu olması ve Ramazan'a denk gelmesi nedeniyle Adrasan neredeyse boş sayılırdı. Tüm koy bize ait gibiydi :) Gerçi dediklerine göre sezonda da aşırı kalabalık değilmiş.
Bu arada, deniz hemen derinleşiyor. Kıyıdan 4 adım sonrası boy. Müthiş berrak bir su var. 3-4 adam boyu yerde bile dibi net olarak görebiliyorsunuz. Söylemeden geçemeyeceğim, dipte deniz yıldızı ararken, kendi halinde dolanıp yüzen caretta caretta gördük. Muhteşemdi.
Koyun başında denize bağlanan bir dere var. Bir kaç öğleden sonramızı o dere üstünde yerleştirilmiş olan çardak-restoranlarda uyuyarak, kitap okuyarak ve ördeklere ekmek atarak geçirdik.
İşte gerçek anlamda "ekmek kavgası" :)
Bu da naçizane ilk panaromik çalışmam, biraz ince uzun oldu. Üstüne tıklayıp büyütmek gerekiyor.
Bir öğleden sonra da Olimpos'a geçtik (zaten çok yakın). Yıllar önce Olimpos'a gitmiştim ama o dönem Adrasan'a geçmemiştim. Kadir'in meşhur ağaç evlerinde eğitmenlik-rehberlik yapan bir kaç arkadaşımız vardı, onlara da uğradık.
Bu arada Olimpos'ta bir başka pansiyonda Endişeli Peri'yi ve oğullarını gördüm :) ama rahatsız etmedim. Çardak altında çok huzurlu görünüyorlardı.
Son olarak, Adrasan'la ilgili bir kaç küçük bilgi:
- Antalya'ya uzaklığı yaklaşık 1,5-2 saat. Kemer'den Kumluca istikametine giderken bir sapaktan dönmeniz ve 20 dk. kadar aşağıya inmeniz gerekiyor.
- Eğlence, gece hayatı felan arıyorsanız, Adrasan'a gitmeyin. Adrasan emekli yeridir, sakindir. Akşamları koyu boydan boya yürümek (ki başından sonuna yaklaşık 45 dk. sürüyor) ve koy boyunca sıralanan pansiyon-restoran-barlardan gelen hafif müzikleri dinlemek dışında bir eğlenceniz olmayacak :) Yürümek yerine bisiklet kiralamayı da tercih edebilirsiniz.
- Adrasan'da yaşlı İngiliz turistler ağırlıkta. 20 sene evvel İngiltere'de bir tur acentası Adrasan'ı portföyüne koymuş. Adrasan'a gelen ve koyun sakinliğini ve temizliğini gören İngilizler daha sonra başka yere gitmez olmuşlar. Daimi yerleşenler bile olmuş.
- Koyda herhangi bir banka/bankamatik yok. Çavuşköy içinde bir Ziraat Bankası atm'si var. Diğer bankalar için Kumluca'ya gitmeniz gerekir. Bizim kaldığımız otelde kredi kartı geçiyordu ama bazı restoranlar "cash only" idi. Bu arada, restoranlar da öyle aşırı pahalı değil. Kişi başı 10 liraya karnınızı doyurabilirsiniz.
-
Tıpkı Neşe gibi benim de yıllardır bitmek bilmeyen bir kepek sorunum var. Az buz değil, 10-12 yıldan bahsediyorum burda. Ama Neşe'nin kepek sorununu çözen marka ve bu sorunu çözdüğünü iddaa eden diğer markalar bende hiç bir işe yaramadı. Dermatologlara gittim, eczanelerde satılan özel şampuanlardan kullandım, kuaförlerde uygulanan serum tedavilerini yaptırdım ama sonuç hep hüsran. İşe yarayanlar da en fazla 10-15 gün etkili idi, sonra hoop herşey eski haline dönüyordu.
Kepek konusu doğal olarak en çok gittiğim kuaförlerde muhabbet konusu olur, hepsinde dönen klasik muhabbet ise şu şekilde ilerler:
K: Saçınızda kepek var.
C: Evet, biliyorum. Yıllardır var.
K: Çok sıcak suyla mı yıkanıyorsunuz?
C: Hayır, hatta ılık bile sayılır.
K: O zaman tam durulamıyorsunuz!
C: Hayır, şakır şakır duruluyorum.
K: Allah allah?
C: Kepek değil zaten o, kepeği felan aşmış bir şey.
K: Bizim ... markasının bir serumu/şampuanı var, uygulayalım mı?
C: (80-100 milyon isteneceğini ve işe yaramayacağını bildiğim için) Sağolun, ben barıştım kepeklerimle, alıştık birbirimize.
Maşallah, oldukça gür saçlarım var. 2 kişiye rahat rahat yeter. Bir de uzerine kalın telli olunca kafa derisinin nefes alması zorlaşıyor. Ve görünüşte kepek gibi olan ciddi bir mantar enfeksiyonunun gelişmesine oldukça ideal bir zemin hazırlanıyor. Es kaza "kepek şampuanı" olduğunu iddaa eden şampuan veya normal şampuan -ve daha da kötüsü ucuz şampuan- kullanırsam eğer, daha 3 saat geçmeden kafaderisi kaşınmaya başlar. Ertesi gün minik yaralar oluşur vs vs. Bu nedenle, kuaförlerde satılan ve şişesi 50 TL olan özel şampuanlardan kullanıyorum yaklaşık 4-5 yıldır. Ki onlar da tam olarak işe yaramıyor. Gardolabının % 80'i siyah bluz-gömlek vs'den oluşan birisi için kepeğin ne kadar rahatsız edici olabileceğini tahmin edersiniz.
Bu soruna karşı bir çok bitkisel tedavi yöntemi duydum ama üşengeç bir insan olmamdan dolayı, taze bilmemne kabuğunu suda kaynat, içine azcık şundan koy, banyo sonrası bunla durula, efendim bi de havluya sar, yarım saat beklet türü uygulaması bi dolu zahmet gerektiren şeylere hiç girişmedim. Zira işe yarıyor bile olsa biliyorum ki ben o işi yaparken ruhum daralır ve en fazla 2 kere uygularım. Ama geçen hafta internette okuduğum birşeyi hem çok pratik hem de olduça ucuz olmasından dolayı denemeye karar verdim. ELMA SİRKESİ! Marketten aldığım elma sirkesini kolonya şişesi gibi ucu ince bir şişeye boşalttım ve banyo sonrası saça direk döküp saç derisine masaj yaptım, 3-5 dk bekleyip duruladım. Sonuç hakikaten inanılmaz! Daha henüz 2 kere yapmama rağmen kepekler gözle görülür derecede azaldı, kaşıntı kalmadı. Kokusuysa çok dayanılmaz değil, kimyager olduğum için herhalde, alışığım ya kötü kokulara, beni pek rahatsız etmedi banyoda. Zaten saç kuruyunca koku felan kalmıyor. Kocam hiç farketmedi bile kokuyu :) Saçı yumuşatması da ekstra bonus gibi oldu.
Artık evde elma sirkesi eksik olmayacak. Yıllardır canımı sıkan bir problemin çözümünün bu kadar basit, ulaşılabilir ve uygulanabilir olması nedeniyle sevinmiş olmakla birlikte, gittiğim kuaförlerin ve dermatologların hiç birinin bu konuda birşey bilmiyor olduklarını ve "çözüm", "tedavi" adı altında bir sürü para harcattıklarını düşündükçe sevincim kursağımda kalıyor.
Sahneye biraz uzaktık ama oradaydık! Aslında bulunduğumuz noktadan gayet net gözüküyordu sahne. Yanıbaşımızda Yekta Kopan vardı. Cep telefonu ile çektik, görüntü kalitesizliği ondan. Kuruçeşme Arena'da kamera yasağı olduğu için götürmedik (keşke götürseymişiz). Adamların üstüne nur inmiş gibi gözüküyor :)) Umuyorum biz de 60lı yaşlarda onlar kadar hareketli olabiliriz.
Son bir haftayı İstanbul'da geçirdik. Bolca akraba ziyareti, İstiklal'de turlamaca, Nev-i Zade'de içmece, trafik, kalabalık, Ortaköy'de çay, Metrobus, Kınalı ada manzaralı terasta şarap, trafik, kalabalık, Büyükçekmece sahilinde turlamaca, kuzenler, yiğenler, trafik, kalabalık vs vs :)
Bütün bu keşmekeş içerisinde parıldayan bir şey yaptık:
Şurada yazan günden beri bakıp bakıp iç geçiriyordu. Sonunda karar verdik, gidip Tünel'de Zuhal Müzik'ten aldık geldik :)
|
Eğer kedicik evde kuru mama ile besleniyorsa, çiğ et yemiyorsa, parazit aşıları düzenli yaptırılıyor ve de hiç sokağa çıkmıyorsa o kedicikten insana toxo bulaşma riski neredeyse "SIFIR". Çiğ ete dokunmak, iyi yıkanmamış meyve sebze yemek çok daha tehlikeli aslında toxo açısından. Şurda, şurda, şurda ve şurda bu konuyla ilgili bazı yazılar var. Yani evde kedi besleme konusunda benim içim çook rahattı. Ancak çevremdekilerin (özellikle de 2 annenin) olumsuz tavır ve düşüncelerinden dolayı vazgeçmek zorunda kaldım :( Kimse benimle aynı görüşte değildi. Anlatmaya çalışsam da nafile.
1 yıldan fazla bir süredir laboratuvarı akredite etmek için hazırlanıyorduk. Hem atıksu analizleri teknik sorumlusu hem de lab kalite sorumlusu olmamdan dolayı işin büyük kısmı benim üzerimdeydi. Evet bir danışman da vardı ama danışmanlar sadece yol gösteriyor, herşeyi hazırlayıp önünüze koymuyor :)
Biz bütün başvuru evraklarını hazırlayıp Şubat sonunda TURKAK'a teslim ettik. Yoğunluktan dolayı en erken 6-7 ay sonra denetlemeye gelebileceklerini söylemişlerdi. Ancak Nisan sonunda yaptığımız görüşmede Mayıs'ta da gelebileceklerini, aksi halde denetlemenin Kasım'a kalacağını belirttiler. Fazla bir eksik yoktu ve tamam dedik, Mayıs'ta gelin. Üstelik böylece rahat bir yaz tatili geçirebilecektik.
Velhasıl kelam, 21-22 Mayıs'ta denetleme gerçekleşti. Tüm dokumantasyon sistemi, işleyiş, analiz teknikleri, teknisyenlerin bilgi ve beceri düzeyleri, bizim bilgi düzeyimiz, validasyon raporları vs sorgulandı ve nihayetinde bize "oww, evet, siz bu işi biliyorsunuz ve de pek güzel beceriyorsunuz" dendi! :)) Üstelik hiç de korktuğumuz gibi olmadı, gelen 3 denetçi de şeker gibi insanlardı.
Takip denetlemesi gerektirmeyen ve hemen hepsi dokuman revizyonuyla düzeltilebilecek toplam 11 uygunsuzlukla belgelendirme denetlemesini tamamladık.
Kendimi kuş gibi hafif hissediyorum.
Benim durumum sondaki "ilerlemiş periodontitis" oluyor. Yapılacak işlem de "flap operasyonu". Ayrıntılı bilgi şurada.
Tabi tek bir günde olmayacak bu operasyon. Sağ üst çene ile başlanacak, dişeti kesilip kaldırılacak, temizlik yapılacak ve tekrar dikilecek. Ertesi hafta sağ üst çene dikişleri alınıp sol üst çeneye geçilecek. Sonra 2 kere de alt çene için gideceğim. Kontrol vs derken 1-2 ay her cumartesi sabahı diş hekiminin muayenehanesinde olacağım. Tedavi sürecinde sigara kesinlikle yasak, sert şeyler yiyemeyeceğim. Tedavi ücreti yaklaşık 1500 TL.
Bununla beraber, geçen hafta sırtım ağrıyordu salı günü de hafif bir boğaz ağrısı vardı. Çarşamba sabaha doğru ise boğazımda bir acı ile uyandım. Bademcikler şişmiş, birbirine yapışmıştı. Yutkunamıyordum. Sabah derhal doktora gittim. Owww dedi, coşmuş buralar! Hemen antibiyotik iğnesi yaptı. 5 gün sabah akşam bu iğneyi olacaksın dedi. Bugün (cuma) itibariyle şişlik yok ama boğazda yanma ve yutkunma zorluğu devam ediyor.
Geçen sene nisan başında (daha doğrusu 30 Mart akşamı) sandalyeden düşmüş ve 3 hafta yürüyememiş idim (Şuraya bloglayıp saklamışım). Mümkünse önümüzdeki yıl Nisan'ı atlayıp, 30 Mart'tan direk 1 Mayıs'a geçiş yapmak istiyorum.
Tatil programı yapma çabası içerisindeyim.
Doğuştan bronz bir kişi olmamdan dolayı vıcık vıcık kalabalıkta deniz-güneş ikilisi beni cezbetmediği gibi, tatili öyle sabahtan akşama yatarak geçirmeyi de sevmem (Gerçi yukarıdaki gibi bir bölge teklif edilirse gidebilirim tabi, neden olmasın?).
Henüz çocuk sahibi olmadığım için de bu vakitleri iyi değerlendirip, mümkün mertebe hareketli tatil planları yapma gayretindeyim.
Sonra, yaşadığımız şehrin (Adana) zaten sıcak ve nemli olmasından dolayı tatil için gideceğimiz bölgenin hafiften serin (en azından nemsiz) olmasını tercih edeceğim. Ama soğuk da olmamalı, zira o zaman da mont, yağmurluk, bot vs gibi hacim kaplayan şeyleri de valize atmak gerekir.
Çocukken ebeveynlerin tercihine uymak zorunluluğundan hep deniz kenarına giderdim. Sonra bi 5-6 yıl hiç tatil yapamadım. Sonra gene anne ve kardeşi memnun etme amacıyla deniz kenarına gittim.
Gerçekten istediğim ve beni tatmin eden ilk tatilimi geçen sene Doğu Karadeniz yaylalarına giderek yaptım. (Biliyorum, anlatacağım dedim ama anlatmadım. Tek kelimeyle muhteşemdi. Çok yorucuydu ama o güzellikleri ancak yürüyerek görebilirdik.)
Bu sene ise limitleri biraz daha zorlayıp yurtdışına çıkma niyetindeyiz.
Benim ilk tercihlerim Moğolistan veya Kenya idi. Ama hem çok pahalı (adambaşı en az 4000TL), hem de koca kişisi pek heveslenmedi oralara.
Sonra değişik bölgelere gemi turlarını araştırayım dedim. Alaska veya Norveç fiyortları veya Tuna nehri çok keyifli gözüktü. Gerçi Alaska yöreleri son derece soğuk olacak ve almamız gereken eşya boyutlarını arttıracak ama gemi içinde valiz, çanta taşıma derdi olmayacağı için çok sorun olmaz diye düşündüm. Ama gemi turları da bizim bütçeyi zorlayacaktı (Adam başı en az 2000-2500 TL).
Sonra, ucuz uçak bilebileceğimiz ve böylece maliyetleri düşürebileceğimiz, Avrupa'da gidilebilecek yerleri araştırayım dedim ki kendileri tercih sırasına göre şöyle sıralandılar:
1. Edinburgh (İskoçya) - Londra
2. Madrid - Barcelona (İspanya)
3. Roma-Napoli (İtalya)
4. Prag-Budapeşte
Şimdilik en kuvvetli ihtimal Ağustos'ta 4 gün İskoçya, 4 gün Londra şeklinde. EasyJet'in şaka gibi fiyatları nedeniyle ulaşım masrafı "affordable" oluyor.
Ancak araştırma yapınca öğrendim ki, Ağustos Edinburgh'ta festivaller ayıymış. O tarihlerde yer bulmak neredeyse imkansızmış. Bir kaç post öncesinde yazdığım gibi, para konularında şans pek benden yana değildir. Zira 2 hafta önce geceliği £50'a şehir merkezinde 2 kişilik WC'li-banyolu oda bulunurken, dün bunların hepsi dolmuştu. Ben de her ihtimale karşı uygun fiyatlı bulabildiğim tek yer olan şu pansiyondan yer ayırttım. Şehir merkezine biraz uzak (25 km) ama olsun, zeten bizim de amacımız festival görmek değil, İskoç yaylalarını görmek, William Wallace'ı anmak :)
Londra kısmı ise başlı başına ayrı bir post konusu. Zone'lar, metro istasyonları, Luton havaalanına ulaşım vs bayağı bir başımı ağrıttı ama sanırım çözdüm. Biraz daha araştırıp, netleştireyim onları da yazarım.
Gidilecek bölgeyi araştırma, izlenim alma konusunda "google blog search" ve "Ekşi Sözlük" hakikaten kutsal bilgi kaynakları. Allah eksikliklerini göstermesin :))
Tabi bir de vize konusu var. Umarım bir problem çıkmaz.
Bu arada öğrendiğim bazı şeyleri sizlerle paylaşmak isterim:
Uçuş planlaması için: www.skyscanner.com
Otel ayırtmak için: www.hrs.com veya www.booking.com
Dünyanın her bölgesi hakkında bilgi almak, gezginlerin önerilerini okumak için: www.lonelyplanet.com (forum kısmı çok faydalı)
Otel odası ayrıntıları;
Double room: Çift kişilik bir tane yatak olan oda,
Twin room: İki tane tek kişilik yatak olan oda,
WC/shower ensuite: İçerisinde WC/duş olan oda (eğer ensuite yazmıyorsa muhtemelen 4-5 odanın ortak kullandığı bir tuvalet/banyo sözkonusudur)
İlk foto şurdan, ikinci foto benden (Çaymakçur'dan Ayder yaylasına doğru inerken çekildi), üçüncü foto burdan, dördüncü foto şurdan, beşinci foto burdan ve de altıncı foto şuradan alındı.
Hani bir süre önce üstüme bi lanet, garip bir güç var demiştim ya, geçen haftalarda garip bir şey oldu ve sistem bu sefer tersine işledi! İş dışında tanıdığımız, bildiğimiz, görüştüğümüz & sevdiğimiz bir arkadaşımız önümüzdeki haftadan itibaren iş arkadaşım olacak :)
Olayın benimle hiçbir bağlantısı yok.
Bir de Ankara'daki finans müdürümüzün de bir blogger olduğunu keşfettim. Aynı zamanda yaşam koçuymuş kendisi.
ISO 17025 danışmanımızın oğluşu için açtığı blogu da keşfetmiş bulunuyorum :)
Edit 12.03.09 Perşembe; TUBİTAK'ın konuyla ilgili açıklaması şurada.
Açıkcası, devlet kurumu tarafından çıkartılan bir dergide, Dr. Atakuman’ın kimseye bilgi vermeden, 3 gün içerisinde kafasına göre içerik ekleyip bastırtabileceğine ben pek inanmadım. Öte yandan “evet biz Darwin’i sansürledik” demelerini de beklemiyordum.
Mart sayısını almamakla birlikte, “Darwin” sayısını sabırsızlıkla bekleyeceğim.
2 kitap alana 1 bedava. Hemen serinin devamının siparişi verildi, hediyeler de seçildi. Yaklaşık 45 TL kazançlıyım :))
Ekonomik konularda şans pek az benden yana davranır. Misal, hayatımda ilk kez 5 sene önce yatırım amaçlı dolar aldım, ertesi gün dolar düşmeye başladı. Benim aldığım fiyata yükselmesi yaklaşık 6 ay sürdü. 4 sene önce paramın bir kısmını B tipi fona yatırayım dedim, 3 gün sonra fon düşmeye başladı, 1 yılda ancak kendini topladı. Neyse ki öyle yüksek rakamlar değildi de fazla canım yanmadı. Bunun gibi bir kaç ufak olay daha yaşadığım için temkinli davranmaya çalışırım para konularında. Borsa, şans oyunları felan kesinlikle oynamam. Kaybedeceğimi biliyorum çünkü :))Geçen haftalarda Ankara'ya gittik. Gitmişken koca kişisine gitar da bakalım dedik. O da yıllardır erteliyordu bu isteğini. Mağazalardan birine girmiş incelerken, eleman bir elektrogitar getirdi, Gibson Les Paul Standard. Şu anda kampanyada, alırsanız karlı çıkarsınız dedi. Denedi, beğendik (hatta bayıldık) ama kampanyalı fiyatı bile biraz yüksek geldiği için ve de elemanı tanımıyoruz, gerçek fiyatı konusunda bilgimiz yok, kazıklanmayalım durduk yere diye almadan çıktık. Ertesi günlerde internetten biraz araştırdıktan sonra, söylenen rakamın gerçekten çok düşük olduğunu gördük. Bu arada gitar koca kişisinin rüyalarına girmeye başlamış, vücudunda kıpırtılar oluşmuştu. Ve mağazada denedikten 3 gün sonra biz Ankara'ya tekrar gidip gitarı almayı kafaya koyduk. Firmaya "ayırtın, satmayın biz geliyoruz" demek için aradığımızda ise kampanyanın günlük olduğunu ve zaten bizim baktığımız gün bir başkası tarafından alındığını öğrendik :((( Hevesimiz kursağımızda kaldı. Evet fiyatı biraz yüksekti, bizi zorlayacaktı ama çok keyif alacaktık. Üstelik de yaklaşık 1000 TL kazançlı çıkacaktık. Kısmet değilmiş, ayağımıza gelen şansı tepmişiz.
Uzun süredir Ankara'ya hep haftasonları veya bayram tatillerinde gittiğimiz için çok istememe rağmen Beytepe'ye gidemiyordum. Bu sefer hafta içine denk getirdik ve yıllar sonra karlı bir Ankara gününde Beytepe'ye tekrar gidebildim. Eskiden olduğu gibi gene güzeldi. Eski dostlara süpriz yaptım, yarım gün kadar zaman hırsızları oldum :)) Ayrıca, Dodik'le tanışmaya da pek niyetliydim ama olmadı, tanışamadık. Bir daha ki sefere önceden haber vereceğim gidişimizi ki o da ayarlayabilsin programını :P