Perşembe, Eylül 02, 2010

"O" Geldi


10 Ağustos 2010 saat 12.25'de hayat bambaşka bir anlam kazandı benim için. Aslında sadece kontrol için gitmiştik o gün hastaneye. Gebeliğin 40. haftası dolmak üzereydi. Normal doğum olmasını istiyorduk. Ama doktorumuz artık yerinin daraldığını, NST'de kalp atışlarının düzensizleşmeye başladığını söyledi. Üstelik halen doğum kanalına girmemişti. "En fazla 2 gün daha beklerim ama 2 gün içinde normal doğumun başlama ihtimali %10 bile değil" dedi. Zira NST'ye göre ufacık dahi bir kasılma yoktu rahimde. "İsterseniz bugün öğlen 12'de alalım sezeryanla" dedi. Bunu söylediğinde saat 11 idi! 1 saat içinde yatış işlemleri tamamlandı, tanıdıklara haber verildi. Eşim eve gidip hastane çantasını, annemi ve teyzemi alıp geldi. 12'de ameliyathaneye girdim. Suni sancı bile verilmedi, direk sezeryana alındım. O an uyanık olup, onun gelişini görmek istediğimi söyleyince spinal anestezi yaptılar.
Öyle çok ağladı ki doğarken, çığlık çığlığa çıktı dışarı. O ağladıkça ben de ağladım ama sevinçten, heyecandan, mutluluktandı benim gözyaşlarım. Doktorun dediğine göre sezeryanda bile dışarı çıkmak istememiş :)


Sezeryan sonrası 2 gün hastanede kaldık. Toparlanmam yaklaşık 1 hafta sürdü. İlk 2 gün ayağa kalkmakta, yürümekte zorlandım ama sonra hızla topladı vücut. 1 hafta sonra hafif bir sızı dışında bir şikayetim kalmadı.

Süt yapmayla ilgili bazı sorunlarımız var. Sütüm yeteri kadar gelmediği için mama takviyesi de yapıyoruz. Doğumdan sonra bilirubini 4-5 gün sürekli kontrol edildi ama yeterli beslenememesine bağlı olarak değer bir türlü düşmediği için doğduktan 1 hafta sonra sarılık teşhisiyle tekrar 1 gece hastanede, mor ışık altında yattı. Sarılığı atlattı ama neredeyse 1 ay geçmiş olmasına rağmen süt miktarım halen doyuracak seviyeye yükselmedi. Bu arada hergün bulgur pilavı, hoşaf, tahin-pekmez, sütlü tatlı, yeşillik (özellikle de dereotu) ve kaynar (Adana'da yapılan lohusa şerbeti) yiyip içiyorum, sürekli emziriyorum, emmediği zamanlarda da makineyle çekiyorum ve sabırla bekliyorum bakalım artacağı zamanı. Bugün ısırgan otu, humana çayı ve vita malt da alıp deneyeceğim.

Simay bugün tam 24 günlük oldu. Bu süreçte yaşadıklarını kısaca şuraya not almak isterim:
- 5 günlükken göbeği düştü.
- 15 günlükken ilk kez hastaneye gitmek dışında bir sebeple dışarı çıktı, etrafta 1 saat kadar turladık.
- 18 günlükken akşam yemeğine kebapçıya gitti :)
- 23 günlükken ilk alışverişine çıktı, kendisine bayramlık almak istedik ama kendisi o kadar küçük ki hiçbirşey bulamadık.

Bu arada, dışarıya hep slingle çıktık, Simay çok rahat etti içinde. Kafayı tutamadığı için şimdilik yerleştirmekte zorluk çekiyorum, tek başıma oturtup çıkartamıyorum ama herhalde zamanla alışırım.

Perşembe, Temmuz 22, 2010

Breaking Bad

Doğuma en fazla 3 hafta kaldı. Tanrıya şükür şu ana kadar hiç bir sorun yaşamadım, çok rahat, son derece keyifli bir hamilelik geçirdim. Etrafımdaki herkes hamileliğin bana çok yakıştığını, çok şirin bir hamile olduğumu, onları da özendirdiğimi felan söylüyorlar.
İşyerinde son 2 günüm. Bana kalsa daha da çalışırım da gebeliğin son 3 haftasını yasal olarak doğum izninde geçirmek zorundayım.

Son günlerde deli gibi Breaking Bad adlı diziyi izliyorum. 3. sezon 7. bölümdeyim. Doğumu yapmadan bitirmek niyetindeyim :)


Dizinin baş karakteri Walter White isimli bir lise kimya öğretmeni. Akciğer kanseri olduğunu öğrendiği gün hayata bakış açısında müthiş değişimler yaşıyor. Hem hamile karısına ve serebral felçli oğluna iyi bir hayat sağlıyabilmek, hem de kanser tedavisi masraflarını karşılayabilmek için uyuşturucu -metamfetamin- üretimi işine giriyor. Kayınbiraderi bir narkotik polisi olan Mr. White, onunla gittiği bir baskında (aslında görevli değil, sadece meraktan katılıyor baskına) eski bir öğrencisini -Jesse Pinkman- kaçarken görüyor ve onunla bağlantıya geçip ortak üretim yapmayı teklif ediyor.

Walter White saygıdeğer bir lise öğretmeni, sorumluluk sahibi bir koca, örnek bir aile babası figüründe. İlk bölümlerde anlıyoruz ki kendisi bir zamanlar üniversitede araştırmacı ve konusunda uzman bir kimyager imiş. Başarılı araştırmalara imza atmış, hatta beraber çalıştığı lab arkadaşı onunla yaptığı çalışma sayesinde koca bir şirket kurmuş, milyon dolarlar kazanmış. Ama Mr. White'ın neden o şirkette olmadığı, nasıl olup da cüzi bir maaşla geçinen - hatta geçinemeyip ek iş olarak araba yıkamacıda çalışan- bir lise öğretmeni olduğunu henüz açıklanmadı.

Aslında yetenekleri lise öğretmenliğinin çok üstünde. Zaten sıradan bir öğretmenlik ona yeten bir meslek değil ama kanser olduğunu öğrenene kadar bu durumu kabullenmiş, sessizce yaşamayı tercih etmiş -hatta biraz sümsük- bir adam. Fakat ilerlemiş kanser hastalığı, ölümle yüzleşme durumu Mr. White için bir dönüm noktası oluyor. Kimya bilgisi ve el becerisi sayesinde pişirdiği methin kalitesi müthiş. Alıcı bulmakta zorlanmıyorlar fakat bu arada uyuşturucu mafyası, adrenalin, ölümler, cinayetler, psikopatlar da etraflarından eksik olmuyor. Ölüme yaklaşma olgusuyla beraber değerleri de değişen Mr. White -ya da uyuşturucu piyasasındaki namıyla Heisenberg- her olayda kendini haklı çıkaracak, vicdanını rahatlatacak bir yön bulmakta pek de zorlanmıyor. Narkotik polisi olan kayınbirader Hank de kafayı Heisenberg'e takmış durumda, onun kim olduğunu bulmak için her türlü ipucunu değerlendiriyor olsa da aradığı kişinin hemen dibindeki Walter White olduğunu henüz keşfedebilmiş değil.


Sıradan, sakin, heyecansız bir hayat süren bir adamın içindeki kötünün ortaya çıkmasının an meselesi olduğunu, çıktıktan sonra durdurmanın pek de mümkün olmadığını muhteşem bir oyunculukla yansıtıyor dizi. Bir nevi Anakin Skywalker'dan Darth Vader'e dönüşümü yaşıyor Walter White.

Diziyi bir kimyager gözüyle izlemek de ayrı bir keyif veriyor bana.

Cuma, Temmuz 09, 2010

Sonlara doğru

35. hafta bitmek üzere. Zaman sanki çok yavaş akıyor. Kendimi aylardır, yıllardır hamileymişim gibi hissediyorum. Artık bir an önce 40 haftanın dolmasını ve minik bebeğimizi kucaklayıp koklamayı istiyorum.

Geçen hafta Mustela marka bebek kozmetikleri de alınıp çantaya kondu, herşey tamam. Tek eklemek istediğim bir adet daha yeni doğan tulumu. Ama bir türlü çıkıp da gezemedim.

Eşimin babaannesini hastaneye yatırdılar. Yoğunbakımda, komada. Ne olacağı, komadan çıkıp çıkamayacağı, ne kadar orada kalacağı belirsiz. Moralimi bozmamaya çalışsam da babaanneyi kaybetme düşüncesi, ismini halen netleştirmemiş olduğumuz bebeğimizin doğuşunun sevincini doya doya yaşayamama ihtimali canımı sıkıyor. Yaşanan herşeyin bir sebebi vardır, her şerde bir hayır vardır diyerek bekliyoruz bakalım...

İşyerinde son 2 haftam. Hamilelik gittikçe ağırlaşıyor, fazla ayakta duramıyorum, nefesim kesiliyor ama otururken bir sıkıntı hissetmiyorum. O nedenle günlerimi genellikle masabaşında geçiriyorum. Erken izne çıkıp evde oturmamın da bir anlamı yok, zira evde tek başıma daha çok bunalıyorum, yapacak birşeyler çıkartıp daha çok yoruluyorum, yatamiyorum.
Gece uykularında da henüz bir problem yok, kafamın altında iki yastık ve bacakların arasında da bir yastıkla gayet rahat uyuyorum.


Sonradan edit: Babaanneyi 10 Temmuz 2010 cumartesi günü kaybettik.

Perşembe, Haziran 24, 2010

Gebelik



"Kızım"... Garip geliyor bu kelimeyi söylemek. Alışamadım galiba daha. Bir yandan da sanki yıllardır hamileymiş gibiyim. Sanki içimde hep kıpraşan, tekmeleyen birşeyler varmış gibi. Müthiş bir şey bu yahu! Sonrası daha da müthiş olacak bir serüven. İçerde oynattığı elini, kolunu, kafasını hissetmeyi özleyeceğimi biliyorum ama aynı zamanda bir an önce vakit geçsin de kucağımıza alalım, öpelim, koklayalım istiyorum. Sağlıkla gelsin, mutlu gelsin diye dualar ediyorum.

Daha yatağını felan almadık ama her ihtimale karşı doğum çantamız hazır. Artık her an gelebileceğini biliyorum.

Bir yandan çalışmaya da devam ediyorum. 107 cm'lik göbeğimle işe gidip geliyorum. Daha da temmuz sonuna kadar çalışacağım. Evde oturursam bunalacağımı biliyorum, işe gelmek beni daha zinde tutuyor.

Çarşamba, Mayıs 26, 2010

Bebek arabasından -şimdilik- vazgeçtim

Bebek arabası almaktan/kullanmaktan şimdilik vazgeçtim. En azından ilk bir kaç ay için. Yıllar önce şöyle bir yazı okumuştum 10 marifette. Görünüş ve işlev olarak çok şirin olduğunu düşünmüşüm ama o zamanlar ortada bir bebek hatta çocuk sahibi olma fikri dahi olmadığı için unutmuş gitmiştim.
Geçen gün Tanya'nın sayfasında okuyunca tekrar aklıma geldi.

Üst fotodaki "ring sling", alttaki ise "wrapping" olarak adlandırılıyor.


Biraz araştırınca karşıma bir sürü annenin yazısı çıktı bu taşıma yöntemleri ile ilgili: Burada, burada, burada, burada, burada, burada, burada, burada, burada ve burada yararlı yazılar var. Hatta daha fazlasını ve evde nasıl dikebileceğinize dair tarifleri google'da tarama yaparak bulabilirsiniz.

En azından doğum izninde olduğum bir kaç ay kızımla bu şekilde temas etmeyi tercih edeceğim.

Cuma, Mayıs 21, 2010

28 haftalık hamileyim, artık bebek arabası almak lazım

Babamızın askerliği nihayet bitti ve 16 Mayıs Pazar akşam 20:15 itibariyle Adana'ya, yanımıza, yuvamıza döndü. Kızının hareketlerini gözüyle gördü, eliyle hissetti... Şimdi bebek için şafak sayıyoruz. Sanırım bugün "Şafak 85" diyebiliriz (14 Ağustos'u baz alıyorum minişin gelişi için).

SAT'a göre 27H+6 günlük hamileyim. 17 Mayıs'ta doktor randevumuz vardı, ilk kez babayla beraber gittik ama malesef pek bir şey göremedik, kızımızın başı yukarıda ve yüzü sırta dönüktü. Sadece el, ayak ve tepeden kafa gördük. USG ölçümüne göre de 28H+3 günlüktü (Yani bugün nerdeyse 30. haftaya giriyoruz). 1.100 kg olmuştu, gelişimi iyiydi, endişelenecek bir şey yoktu. Çok şükür...


Geçen gün ilk kez bebik için alışverişe çıktık, birşey almadık, sadece gözgezdirdik. Bütün bu işleri babayla yapmak istediğim için bugüne kadar hiçbirşey bakmamıştım. Sadece ana başlıklar vardı kafamda. Bebek odasını şimdilik almayı düşünmüyoruz. Evde fazladan bir şifonyer ve büyük dolap var. Onları beyaza boyatıp, dolabın içine çekmece ve raf yaptırıp kulplarını değiştireceğim. İlk etapta alınması gerekenler: Bebek arabası, puset ve park yatak. Bunları doğumdan sonra seçmek biraz zor olabilir. Hem artık riskli dönemlere girdik, her an gelebilme tehlikesi var. Malum havalar da ısınıyor, dışarıya çıkmak iyice zorlaşacak. O nedenle haziran bitmeden tamamlamak lazım.

İnternette biraz araştırma yaptım, forumları okudum. Bebek arabası için olmazsa olmazlar:
- Mümkün olduğunca hafif olmalı (merdiven inip çıkarken bir kolda bebek ve çanta, diğer elde araba taşınacak),
- Tek elle kapatılıp açılabilmeli (bir kolda bebek ve çanta varken diğer elle kapatılabilmeli),
- Fazla yer kaplamamalı (Seyahate giderken bagajın tamamını işgal etmemeli)
- Hantal olmamalı (Markete felan girildiğinde rahatlıkla geçebilmeli koridorlardan)
- 5 nokta emniyet sistemi olmalı,
- Ayak destek yeri olmalı,
- Tekerler 360º derece dönebilmeli
- Doğumdan itibaren kullanacağımız için 180º yatar pozisyona gelebilmeli,
- Kuzunun rahatı için en az 3-4 kademe oturma pozisyonu olmalı,
- Yürürken yüzünü de görebilmek için çift taraflı kullanılabilmeli,
- Alta eşya koyabilmek için geniş bir sepeti olmalı,
- Fiyatı fahiş olmamalı...

Bütün bunları karşılayan iki model var nette gördüğüm. Birisi sadece araba, diğeri travel set (araba+ana kucağı)

Bebek arabası ile uyumlu bir anakucağı almak çok avantajlı imiş. Otokoltuğu olarak da kullanılabilen bir anakucağı olursa eğer, yürüyüş sonrası bebeği uyandırmadan, kucağa almak zorunda kalmadan otomobile hoop diye aktarılabilirmiş. Haftasonu fırsat bulabilirsek belki çıkar bir bakarız bakalım yakından da iyi duracak mı bu modeller.

Perşembe, Mayıs 06, 2010

Son 10 gün

Askerliğin bitmesine 10 gün kaldı. 16 Mayıs akşamı sevgili kocam evimize dönmüş olacak. Sadece fotograflarını gördüğü yeni evini, son 2 aydır sadece fotograflarını gördüğü göbekli karısını ve sadece USG çıktılarının fotograflarını gördüğü kızının ultrasonda hareketlerini kendi gözleriyle görecek. Aralık 2009 onun açısından bir dönüm noktası oldu, hiçbirşey gerçekten de eskisi gibi olmayacak...

Kız büyüyor, 26 haftalık oldu, sağdan soldan yediğim tekmeler 3-4 haftadır gözle görülür düzeye ulaştı :) Boyu, kilosu, sağlığı, gelişimi çok şükür ki yerinde. Şu ana kadar bana hiçbir sıkıntı yaşatmadı. Bel ağrısı, bulantı, kusma vs durumlarını hiç yaşamadım. Sadece son bir kaç gündür yataktan veya koltuktan ayağa kalkarken kasıklarda hafif ağrı hissediyorum. Uyku problemim yok, hatta fazlasıyla uyuyorum (Tahtaya felan vurun, nazar değmesin). 6,5 ayda yaklaşık 5,5-6 kilo aldım. Herkes hamileliğin bana yaradığını, güzelleştiğimi felan söylüyor. Gerçi bunun sebebi hamilelik mi yoksa beslenme düzenimi değiştirmem mi bilemiyorum :) Her gün mutlaka 2 bardak süt, 1 köy yumurtası, 1 kase köy yoğurdu, 4-5 porsiyon meyve yiyorum. Sigarayı bıraktım. Bol su içiyorum. Akşam yemeklerini abartmıyorum. Ekmeği ve tuzu neredeyse sıfırladım. Tatlıyla zaten aram yoktu, iyice azalttım. Canım çok tatlı çekerse dondurma veya meyve yiyorum. Hergün multivitamin, demir ve magnezyum takviyesi alıyorum. E bunları ben normalde de yapsam güzelleşirdim herhalde :))

Niye bilmiyorum, ben bu hamilelik evresini pek abartamadım. Binlerce yıldır milyonlarca kadının milyarlarca çocuk doğurduğunu düşünüyorum. O nedenle bu olay bana gayet sıradan bir gelişmeymiş gibi geliyor. Belki de bu yüzden rahat bir hamilelik süreci geçiriyorum. Yukarıda saydığım şeyleri de, dünyaya sağlıklı bir birey olarak gelebilmesi amacıyla yapıyorum. Ve bu gelecek bireyin nasıl bir insan olacağını çok merak ediyorum...

Kuzucuğa 3-5 zıbın dışında daha hiçbirşey almadım. Babamız burada olmadığından, hiç içimden gelmiyor alışverişe çıkmak. Herşeyi onunla beraber seçmek istiyorum. Neyseki anneanne, babaanne ve teyzesi almışlar/örmüşler birşeyler. Olur ya erken gelmeye kalkarsa cıscıbıl ortada kalmayacak :)
En severek aldığım zıbınlar da şunlar oldu kendisi için (http://www.cafepress.com/ dan alındı):

Cuma, Nisan 16, 2010

Sevgi çileği

Geçen akşam şöyle çilekler yedim:



Üstümde de şöyle bişi vardı :))



Salı, Mart 23, 2010

161. kayıt

19 Nisan 2006'dan beri 160 tane yazı yazmışım buraya. Hayatında hiç günlük tutamamış biri olarak büyük başarı sayılabilir.

Daha önce de demiştim, derdim birilerine birşeyler anlatmak, sanal sosyal ağımı genişletmek, reyting almak felan değil. Tamamen kendim için, geçmişi görebilmek için yazılmış şeyler bunlar. Arada 3. tekil şahısa sesleniyor olsam dahi orada tahayyül ettiğim 3. tekil şahıs da aslında benden başkası değil.

Bloga başlarken: Bekardım, tek başıma kirada oturuyordum, şu an kocam olan kişiyle yeni yeni görüşmeye başlamıştım, kalite yönetim sistemleriyle ilk kez muhattap olmuştum, anlamaya çalışıyordum, yüksek lisansa yeni başlamıştım.

Bugün: Huzur bulduğum, her gün şükrettiğim bir evliliğim var, 5 aylık hamileyim, kız çocuk annesi olacağım, kocamla beraber şirin bir evsahibi olduk, son 2 yıldır laboratuvar kalite sorumlusuyum, yüksek lisans 2 sene evvel bitti.

Arada tabi irili ufaklı pekçok şey yaşandı ama temel değişiklikler bu şekilde.

Tüm bunlar olurken hep inandım: iyi şeyler olacağına, insanın herşeyden önce kendine saygı duyması gerektiğine, yaşanan herşeyin bir sebebi olduğuna, her şerde dahi bir hayır olduğuna, gönülden istemenin gücüne, evrenin akşına bırakmak gerektiğine, esas olanın nefes alabilmek olduğuna, insanlara güvenmek gerektiğine vs vs vs....

Gelelim güncel gelişemelere. Karnım artık şu şekilde:

(Bakmayın fotografta üstümünda kazak olmasına, Adana'ya yaz geldi, hava muhteşem, birçok kişi tişört moduna geçti bile ama ben klasik mart sonu hastalıklarını yaşadığımdan halen biraz üşüyorum, bkz: son paragraf)

Kocamın gelmesine 55 gün kaldı. Geçen hafta iş nedeniyle İstanbul'daydım, oradan da haftasonu için Bandırma'ya geçtim. 2 günlüğüne dahi olsa hasret giderdik. Neyseki sorunsuz bir gebelik geçiriyorum, seyahat etmemde hiçbir sakınca yok. Gebeliğin başından beri uçak, otobüs, deniz otobüsü, araba, gemi vs hepsine bindim. Binmediğim bir tren kaldı :) Bir ara ona da binerim...

1 ay evvel yeni eve taşındık, yerleştik bile.

Ve son 2 gündür bir mart sonu klasiği daha yaşıyorum. Boğazım felaket durumda. Tonsilit dedi doktor. 8 saatte bir 1000'lik antibiyotik kullanıyorum. Gebelik takibini yapan doktorumla da konuştum, penisilin grubu antibiyotikleri gebeliğin bu aşamasında gönül rahatlığıyla kullanabilirmişim, bir problem olmazmış.

Perşembe, Şubat 11, 2010

Taşınma telaşı

Aslında bu kadar uzatmayacaktım taşınma işini. Bir kaç ufak tadilat vardı, askeri uğurladıktan sonra o işleri halledip Ocak ayı içerisinde taşınmayı düşünüyordum ama içerde minik bir kalbin atmaya başladığını öğrenince kritik 3 ayı tamamlayalım, sonra taşınırız dedik. Çok şükür ki sorunsuz problemsiz geçti gitti 14 hafta. Göbüş biraz daha büyümeden, hareket kabiliyetim kısıtlanmadan taşınma işini bitireyim dedim ve 27 Şubat'ta evi taşımaya karar verdim. Şurada yazılı olanlar halen aklımda tabi :) İzin haklarımı doğum sonrası kullanmak istediğim için bizzat yapmam gereken işleri haftasonuna bırakıyorum. Sağolsun babam burada, tadilatlarla ilgili konuları o takip ediyor. Zaten ben takip etseydim ya sinir krizi geçirirdim ya da ustaları katil ederdim... Yapılan tadilatlar çok da büyük şeyler değil:

- Salon boyandı,
- Koridora boyanabilir desenli duvar kağıdı yapıştırıldı,
- Vestiyer ve banyo dolabı yapıldı,
- Banyo zemin fayansları değişti, camtuğla üstüne duşakabin yaptırıldı, banyo tezgahı yenilendi,
- Mutfak tezgahı yenilendi, eski kötü mermer gitti, granit mermer geldi.
- Salon ve odalara parke döşendi.

Aslında ev taşınılabilecek durumda, sadece bir genel temizlik gerekiyor ama kocama Mart'tan önce taşınmayacağıma söz verdim. Ondan bekliyorum :)

Salı, Ocak 19, 2010

Neler yapıyorum

Hala şafak sayıyorum ama artık teknolojik şafaksayar var, oradan bakıyorum.
Malum ev aldık, onun kıvır zıvırlarıyla uğraşıyorum. Çok büyük şeyler olmasa da ben çok zaman ayırıyorum, maksat vakit geçirmek. Yapamayacağım şeyleri bile araştırıyorum, fikrim bilgim olsun diye.
İş güç aynen devam. Yolla beraber günde 12 saat oraya gidiyor zaten.
Akşamları tavuk gibi uyuyorum.
Haftasonları pastaya böreğe verdim kendimi. Ben yapıyorum, baba yiyor.
Bir de içimde atan 10 haftalık bir minik kalp var, duruma alışmaya çalışıyorum.

Pek de kaydadeğer birşeyler yapmıyorum yani :)