Pazartesi, Ocak 19, 2009

Kısa Kısa

Creative Zen'le serviste haftada en az 2 film izliyorum. Akşam evde izlediklerimi de sayarsak eğer, haftada en azından 4 film izlemiş oluyorum. Bayağı ciddi bir arşiv yaptım sayılır. Fantastik öğeler taşıyan filmler favorim olsa da, fazla ayrım yapmadan ne bulursam izlemeye çalışıyorum. Ancak şu 3 film var ki kesinlikle muhteşem: 1. The Fountain (Kaynak), 2. The Fall, (Düşüş) 3. Pan's Labyrinth (Pan'ın Labirenti).
Her 3ünde de gerçek hayatla masal içiçe geçmiş ve çok güzel harmanlanmış. Herkesin sinemadan beklentisi farklı olabilir elbet, ben daha çok gerçek hayatta göremeyeceğimiz cinsten öğeler içeren filmlere bayılıyorum.

Bunlar dışında son dönemde izlediğim ve tavsiye edeceğim diğer filmler ise: Little Miss Sunshine, Enchanted, Apocalypto. İzleyin, pişman olmazsınız.







Geçen hafta kitap fuarı vardı Adana'da. Geçen sene olduğu gibi bu sene de fuar tıklım tıklım doluydu! Özellikle çocukların ve gençlerin fuara böylesine ilgi göstermesi çok sevindirici! Kuru kalabalık dahi olsalar (ki sanmıyorum, fuar alanından çıkan hemen herkesin elinde torbalar vardı) oraya gelmeleri, havayı solumaları çok güzel. Bir sürü kitap aldık biz de. Kısmetse okuyacağız. Standlar arasında dolaşırken bir kitabın ismi ilgimi çekti: "Kimya Hatun". Hatun bir kimyager kişisi olarak o da neymiş diye inceledim. Aslında kitabın kimya bilimi ile hiç ilgisi yokmuş. Kimya Hatun, Mevlana'nın üvey kızı imiş. Kitap da Kimya Hatun'un hayatı hakkında. Aldım, okuyorum, henüz 40. sayfadayım.
Dini duyguları çok kuvvetli bir kişi değilimdir ama küçüklüğümden beri şunu biliyorum ki eğer bir gün nur inerse yakınlaşacağım tek dini akım sufizm olacaktır. Ama o gün henüz gelmedi. Belki bu kitap bu sebepten karşıma çıkmıştır, kim bilir? :) Gerçi, ideefixe'deki yorumları okuyunca biraz tereddüte düştüm kitap hakkında ama dur hele bir bitireyim bakalım neler olacak?



Yıllardır ertelediğim direksiyon derslerine nihayet 2009 itibariyle başladım. 2001'de ehliyeti aldıktan ve trafiğe ilk çıktığım gün kaza yaptıktan sonra(!) hiç oturmamıştım sürücü koltuğuna. 8 yıl sonra ilk kez cesaret geldi ve 10 saatlik geliştirme kursuna katıldım (not: 10 saat için 200 YTL ödedik; onların arabası ile, çift debriyaj, çift fren vs). Dün de ilk kez kendi arabamızla trafiğe çıktım! Ancak halen tek başıma yola çıkmaya hazır hissetmiyorum kendimi. Arabaya tam olarak hakim olabildiğim söylenemez. Biraz daha pratik yaptıktan sonra alışırım herhalde.
.
.
.

ISO 17025 dökümanları ve belirsizlik hesaplamaları da sonunda bitti (sayılır). Ocak sonunda TURKAK başvurusunu yapmayı planlıyoruz. Umuyorum bir aksilik çıkmaz da yıl sonu itibariyle akredite bir laboratuvar oluruz :)) Lütfen, bol şans dileyin bana...

Perşembe, Ocak 08, 2009

Bende birşeyler var!

Artık şuna inandım ki, bazı garip güçlere sahibim!!
Daha önce bahsetmiştim, işte tanıştıklarım işyerinde kalır, özel hayatımda görüşmem. Uyumsuz birisi değilim, aksine çok sevilen bir kişiyim işyerinde ama böyle bir prensibim var işte. Ve şu ana kadar şirkette kiminle samimileşsem, mesai saatleri dışında görüşsem, hepsi biryerlere gidiyor!!!! 6 yılda 5 kişi ile santral sahası dışında görüştüm, 5'i de ayrıldı buradan. İstisnasız hep böyle oldu, vallahi billahi! 5.cisinin ayrıldığını da az önce öğrendim.
Biri TOBB'a geçti, biri aile hekimi oldu, biri emekli oldu, biri Antalya'ya gitti. Serap da TAEK'e geçiyormuş. Dün istifasını vermiş.
Hayırdır inşallah...

Pazartesi, Ocak 05, 2009

Tak Takın Takıntı

Tabiat Ana sormuş, gecikmeli olarak cevaplıyorum. Aslında çok takıntılı bir insan değilim. Son 6-7 yıldır mümkün olduğunca kolay ve relax yaşamaya, takıntılardan vazgeçmeye çalışsam da arada takıldığım bazı şeyler varmış, düşününce farkettim.


İlk aklıma gelen ve bence en komik takıntım MANDAL RENGİ takıntısı. Çamaşır asarken, mutlaka asılan parçanın ana renginde mandal kullanmam lazım, o renk yoksa da parçanın içindeki bir renk olmalı mandal. 2-3 mandalla asılan parçalarda mandal rengi ve modeli aynı olmalı. Siyah çamaşırlar için de ya kırmızı ya da pembe mandal kullanmalıyım!


Bir diğer takıntım ise çantamda gezdirdiğim mini ecza dolabım. İçinde "bepanthen, fenistil, ağrı kesici, theraflu (veya kongest), kas gevşetici, vitamin ve yarabandı" bulunan mini bir çanta hep yanımdadır. Es kaza unuttuysam ilaç çantamı, içim rahat etmez. En ufak bir kızarıklıkta bepanthen, ufacık bir kaşıntı veya böcek ısırığında da fenistili sürüveririm kendime veya etrafımdakilere :))


Benim aklıma gelenler bunlardı. Fazla birşey bulamayınca eşime sordum "benim bir takıntım var mı?" diye. Pek yok herhalde dedi ve ekledi: "Sepet takıntın" var! :)) Haksız da sayılmaz, evde her odada bir hasır veya bambu veya plastik sepet var. Sepete konulamayanlar için de cam kavanozlar. Ortada bi dağınıklık varsa, hemen gidip sepet alıp onun içine dolduruyorum dağılanları: Gazeteler, dergiler, kirliler, deterjanlar, çoraplar, paketli cipsler, çerezler vs vs vs... Ekmeklik bile hasır sepetten.


Bir sobeyi daha böyle atlattık. Ama ben kimseyi sobelemek istemiyorum. Çünkü takipçilerim, düzenli ziyaretçilerim konusunda bilgim olmadığı gibi, ben de iyi bir blog takipçisi sayılmam. Ama çok isterse çekirge ve dinemiz üzerlerine alınabilirler :)

Fotograflar için google görsellere teşekkür ederim.