Salı, Mart 25, 2008

Parçalı bulutlu

Kafam karışık ve o nedenle karışık karışık yazacağım. Bu karışık cümlelerden sonra ortaya anlamlı bir gönderi çıkartmak size kaldı sayın okur. Ya da madde madde yazayım, bağlantı cümleleri kullanmaktan da kurtulmuş olurum böylece :)

1. Hımbıllaştığımı hissetmeye başladım iyice. Haftasonları spora başladık Seçil'le beraber. Cumartesi - pazar 6.30 da yollara koyulduk, ilk gün 1,5 saat, 2. gün 3 saat yürüdük. Pes etmemeye söz verdik ama yürüyüş yapmak bence form tutmak için çözüm değil, o nedenle madem ki enerji harcamaya niyetlendik, bari sonuçta elimize iyi bir şey kalsın, biz o enerjiyi fitnessta harcayalım dedik. Önümdeki hafta hayalpark içerisindeki ftness merkezine üye olacağız ve 6.30da kalkıp oraya gideceğiz.

2. Gencecik insanların servise binerken vurgulu bir şekilde "selamın aleyküm" demesinden rahatsız oluyorum. Onlara inatla "günaydın" diyorum. Başörtüsüyle felan bir problemin yok, takmak isteyen taksın ama ileride birgün bunun bana dayatılabileceği fikri içimi bunaltıyor. Israrla selamın aleyküm dedikleri zaman sanki arka planda "bir gün sen de örtüneceksin" diyorlarmış gibi hissediyorum. Geçen gün de Persepolis'i izledim zaten (3 aydır niyetliydim aslında izlemeye), iyice bunaldım. Burada da İran'lı bir mühendis var, onunla konuştuk geçenlerde. Endişelenmekte haklısın dedi. Orada bir anda oldu bitti herşey dedi, süreci geri almaya fırsatları olmamış. Ama burada sindire sindire yapılıyor değişim, çok daha derin, çok daha sağlam. Ah be anne babalar, siz bizlere politikayla uğraşma, aman çocuğum derken birileri çocuklarını öyle bir yetiştirip örgütledi ki, bakakaldık öylece. Bakın buraya yazıyorum, eğer bir gün böyle bir dayatmayla karşılaşırsam, sorun saçın gözükmemesiyse eğer, saçımı kazıtırım. Konuyla ilgili okuduğum en güzel yaklaşım ODTÜ'den Prof. Dr. Ayşe Ayata'nın söyledikleriydi: Özelde yüceltilmiş ama kamuda olmayan kadın modeli.

3. Babam biz küçükken "büyük kızım bilim adamı, küçük kızım sanatçı olacak" derdi. İçine doğmuş herhalde. Ben sanattan pek anlamam, hayalgücü diye birşey yoktur, herhangi bir şeye karşı yeteneğim de yok. Ama kardeş öyle mi? Kuvvetli bir sesi var. Çok sesli gençlik korosunda. Dansa da yetenekli. Geçen haftalarda yapılan bir yarışmada birinci olmuşlar. Yarışma esnasında çekilen videoyu izledim, duygulanıp ağladım. Ablayken böyleyse insan, anne olunca neler hisseder acep? Ama mesela hiç kitap okumaz kardeş. Ankara Anadolu Güzel Sanatlar Lisesi'nin müzik bölümü için sınava girmişti liseye başlarken. Yetenek dalında 100 üzerinden 100 alarak 1. olmuştu. Ama bir de kompozisyon sınavına soktular ve orada elediler! Hiç kitap okumayan bir insandan güzel kompozisyon yazmasını bekleyemezsiniz tabi ama haksızlığın bu kadarına da pes deyip, ayrılmıştık oradan.

4. Uzun süredir şöyle gerçekten güzel bir film üretilemedi. En azından ben Yüzüklerin Efendisi ve Matrix'te kaldım hala. Neyse ki Lost var :) Lost'u henüz izlememiş olanlara müjde, kablolu yayında çıkan TNT kanalı Nisan'dan itibaren Lost'u verecek. Bu kanal benim kanalım olacakmış gibi bir his var içimde. Şu an evde sadece Discovery ve National izleniyor.

5. Biyoenerji ile ilgilenesim var.

Çarşamba, Mart 19, 2008

Yollarda harcanan zaman ve İnternetten alışveriş üzerine birşeyler yazasım var

Evimle işyerim arası yaklaşık 90 km. Tam olarak 5,5 yıldır sabah 06.50'de servise biniyorum, 08.10 gibi ofiste oluyorum. Akşam da aynı şekilde döndüğüm düşünülünce günde 2,5 saat gibi bir süre yollarda geçiyor. İstanbul'da veya Ankara'da oturan biri için bu süreler çok doğal olsa da, Adana söz konusu olunca bu kadar uzun bir yol sıradışı oluyor. Ve bu süre içerisinde "oturmak"tan başka yapabileceğim bir fiziksel aktivite yok :) İş arkadaşlarımın ezici bir çoğunluğu bu vakti uyuyarak geçiriyor. Serviste ki görüntü enteresan tabi, koca koca adamları yolda uyuklarken görmek komik olsa da(kafalar sola düşüyor, geri kalkıyor, öne düşüyor, geri kalkıyor, tekrar sola düşüyor sonra vücut da sola doğru eğimleniyor ve tam düşmek üzereyken kişi tıslayarak uyanıyor 1-2 sn durup yine uyumaya başlıyor vs..) ben bu süreyi uyuyarak harcamaktan nefret ediyorum. Uyuduğum günler de oluyor tabi, o zaman ben de komik gözüktüğümü biliyorum :))

Eğer çok uykum yoksa, bu oturarak geçen süreyi genelde gazete ve kitap okuyarak veya yanımdaki kişi ile sohbet ederek veyahutta dışarıyı izleyerek değerlendiriyorum. Özellikle bahar aylarında dışarıyı izlemek çok keyifli, çünkü yolun büyük bir kısmı tarlalar arasında ilerliyor.
Ancak son bir sene kadardır, yolda film izlemenin de çok keyifli olabileceğine kanaat getirip bir mp4 player almaya karar verdim. Ama araya evlilik nedeniyle yapılması gereken daha elzem masraflar karışınca mp4 player işi uzadı da uzadı. Gerçi fena da olmadı, bu arada fırsat buldukça mp4 playerları inceleyip fiyatları takip ettim. Teknoloji pis bir şey aslında, sürekli tüketime zorlanıyoruz. Her geçen gün daha iyisi çıkıyor piyasaya ve onlarca para verip aldığınız şeyler 3 ayda eskiyor. O nedenle alacağım şey hem fazla pahalı olmamalı hem de ihtiyaçlarımı karşılamalıydı. Bir çok formatı destekleyebilmesi, converterla felan pek uğraştırmaması ve altyazı sorunu yaşatmaması da önemliydi tabi. Ve nihayet dün karar verip Creative Zen (4 GB olanından) aldım!



Gönlümde yatan aslanlar Creative Zen Vision W ve Cowon A2 idi ama arkadaşlar kendilerine 500 YTL üzeri bir fiyat biçtiği için vazgeçtim almaktan.


Aslında şöyle oldu; önce "onları alacağıma laptop alırım" dedim, sonra "laptop alacaksam iyi bi şey olsun" dedim, sonra "PDA mı araştırsam yoksa?" dedim ve en son saçmaladığımı düşünüp hedefe odaklandım. Hedef belli: Serviste film seyredeceğim minik ve de uygun fiyatlı bir alet.
Bu tür konularda benim başvuru kaynaklarım genelde forum.donanimhaber.com, hardwaremania/forum, hepsiburada.com, gittigidiyor.com ve pek tabi ekşi sözlük tür. İnternette bulunan şöyle kıyaslamalar da işe yarıyor karar verme aşamasında. Bir de takıldıkça danıştığım teknolojiye meraklı arkadaşlar var. Sonuçta Creative Zen Vision M ile Creative Zen arasında kararsız kaldım ve nihayet dün Zen'i aldım. Kargo yarın elimde olacak.

Uzun süredir elektronik alışverişini internetten yapıyorum. Hem fiyatlar daha cazip, hem seçenek bol, hem peşin fiyatına taksit avantajları var. Hatta bezen kargo da bedava oluyor. Misal şu an kullandığım telefonu ideefixe'den almıştım 3 sene evvel. Adana'nın en büyük telefoncusu ile de görüşmüştüm, daha az taksit yaptıkları yetmiyormuş gibi bi de vade farkı koyuyorlardı ki bu da yaklaşık 75 YTL fazladan vermeme sebep olacaktı. (Bu arada telefon çok mükemmel değil ama bana yetiyor, zaten ben de görüntüsüne vurulup aldım :)
Ancak, internetten alırken de iyi araştırmak, satır aralarını iyi okumak lazım. Ben Zen'i en uygun fiyata veren üstelik aksesuarlarını da veren GİGATEK'ten aldım. hepsiburada'da kılıf ve kablo ayrı olarak, toplam 40 YTL'ye satılıyordu. İşte böyle.

Hadi hayırlısı bakalım. İlk olarak Lost'u ilk bölümden itibaren tekrar izleyesim var :) Kullanmaya başladıktan sonra da bir şeyler yazarım artık Zen ile ilgili.

Perşembe, Mart 06, 2008

UZUN YOL HİKAYESİ

Son günlerde beni en çok güldüren şey, cumartesi akşamı bizi ziyarete gelen kocamın lise arkadaşının anlattığı anısı oldu! Yazayım da siz de gülün.

Şimdi bu arkadaş 2001 yılında işyerinden bir ustabaşı ile beraber iş için Adana'dan İstanbul'a Varan Turizm ile yola çıkmış. Söz konusu işyerinde çalışmaya başlıyalı henüz bir kaç ay olmuşmuş ve de kendisinin İstanbul'a ilk gidişi imiş. Yola çıkmadan evvel, yolarkadaşı olan ustabaşı Şerafettin Abi tanıdığı bir eczaneden aldığı ilacı çantasından çıkarmış ve "bak" demiş "14 saat yol çekilmez, ben şu uyku hapını içip uyuyacağım, sen de iç bi tane"! Arkadaş istememiş, sağı solu seyrede seyrede gitmeyi tercih etmiş. "Peki o zaman, sen bilirsin, ben uyuyacağım, İstanbul'da görüşürüz." demiş ustabaşı ve kafayı çevirip gözünü kapatmış. Aradan 20 dk felan geçmiş ki, ustabaşı "AĞĞĞ" diye kıvranarak bağırmış! Otobüsteki herkes dönüp bakmış merakla, adam 3-5 saniye durup tekrar kıvranmaya başlamış "Allaaah, karnıma bir sancı girdi"! Bizim arkadaş endişelenmiş, "abi" demiş "sakin ol, bağırma". Ama adamın rengi ruhsarı atmış, acılar içerisinde kıvranıyor. Biraz durup tekrar bağırmış! Ve bir müddet bu şekilde ilerlemişler. Bakmışlar ki olacak gibi değil, hemen yol kenarında bir benzinlikçide durup, adamı tuvalete götürmüşler, gaz sancısı olabileceğini düşünüp, sırtını felan sıvazlamışlar. Ama adam ısrarla kıvranıp, "gerek yok, bu gaz maz değil. Bağırsakla da ilgili değil, bu başka türlü bir şey, hayatımda görmedim ben böyle acıyı" diyormuş. Neyse efendim, tekrar otobüse binmişler, ama değişen bir şey olmamış, adam durup durup kıvranmaya, acı içerisinde inlemeye devam etmiş. Yola çıktıktan yaklaşık 3-4 saat sonra inlemeler devam ediyorken bizim arkadaş sorunun ciddi olduğuna kanaat getirip, şöföre "yaw bu adamın hali iyi değil, yola bu şekilde devam edemeyiz, bir polikliniğe felan gidelim" demiş ve Aksaray civarında bir sağlık ocağına girmişler. Adam hemen sedyeye alınmış, nabzı, tansiyonu ölçülürken arkadaş da durumu anlatmış, "şu ilacı içti, böyle oldu" diyerek ilacı göstermiş. Sağlık görevlisi ilaca bakıp, şaşkınlıkla "yahu bu adam bunu niye içti, bu ilacı buna kim verdi ki" diye sormuş ve eklemiş: "Bu ilaç YAPAY SANCI HAPI" :))))
Arkadaş bize bu hikayeyi anlatırken o kıvranmaları birebir göstererek, yüz ifadeleri, ses taklitleri ile anlattı, gülmekten karnıma ağrılar girdi.
Ben bir anne değilim, doğum felan yapmadım ama doğum yapan arkadaşlarım var, o sancıları az çok bilirim. Suni sancının nasıl bir şey olduğu ve neden uygulandığı şurada açıklamalı olarak anlatılıyor.
Olayın ertesi günü sancılar geçip de adam normale dönünce, ilacı veren eczacıyı arayıp, sayende yolda 50 kere doğurdum deyip bi güzel haşlamış :)