Pazartesi, Kasım 20, 2006

Michael Jackson kuşu

Geçen gün yorkunun dizine uzanmış yatıp da zap yaparken dedi ki: ya dün akşam discovery'de bi kuş gösterdiler, moonwalking yapıyordu, arkadan da vermişler müziği dım dım dırıdım dım dırıdım dım dırıdım dımm dım şeklinde, çok enteresandı felan diye anlattı kuşu ve akabinde, aa dedim çok komik olur öyle bir şey, keşke arasaydın ben de açsaydım tv'yi... şeklinde bir cevap verdim. İşte tam o an discovery ch.ı tuşladım ve ekran aynen şöyle açıldı:




Bayılıyorum böyle hoop diye denk gelen anlara. Ayrıca da, ornitolog abla ne kadar keyifli farkettiniz mi?
.
Evet, biz çift olarak discovery, national felan izliyoruz.
.
.
Mesainin son dakikaları. An itibariyle çıkıp dişciye gideceğim. Video tam yüklenmemiş olabilir, kontrol edemedim. Düzeltirim artık eve geçince.

ps. Videonun daha temiz bir kaydını youtube'dan mooonwolking bird diye arama yaparak bulabilirsiniz. Malesef youtube'dan beta blogger a halen video gönderemiyoruz. HTML ile ayarlamayı da beceremedim.

Pazartesi, Kasım 13, 2006

Durup dururken

Sabah sabah kafama takıldı. Neden askerlik için vatan borcu denir? Ve bu borcu ödemek neden sadece erkeklere zorunlu kılınmıştır? Erkek olmayanların vatana bir borcu yok mudur? Ya da vatana neden borçlanılır?
Biliyorum, bunları sorgulamak anlamsızdır. Ama takıldı işte.

Perşembe, Kasım 09, 2006

Çalışan bir insanım

Kendimi bildim bileli çalıştım ben. Üniversitedeyken ilk iki yaz tezgahtarlık yaptım, sonraki yazlar ise yaz okulunda geçti malesef. Okul bitti, hemen teyzemin yanında sigortacılığa başladım, iki ay sonra kimya ile ilgili başka bir işyerine, 9 ay sonra kimya ile ilgili bir başka işyerine ve bir sene sonra da buraya geçiş yaptım. Arada hiç boşluk olmadı, bir gün bile. Şanslıydım galiba iş konusunda. Evet, çalışmak önemli benim için. Yani şimdi sana 3 ay süre deseler, boşsun ne yaparsan yap deseler afallarım. Seviyorum çalışmayı. Ama mesela müzik gibi, heykel gibi ya da herhangi bir başka konuda yeteneğim olsaydı, onların üzerine yoğunlaşmayı tercih ederdim. Çünkü hayatı güzelleştiren, yaşanır kılan esas mevzular şirket, iş, bordro felan değil. Farkındayım.
Tezgahtarlığı saymazsak eğer, hep büyük şirketlerde çalıştığımdan dolayı ister istemez bazı şeyleri takip etmek, kişisel gelişime önem vermek durumundayım. Zira kendinizi kanıtlayana kadar, hele ki yaşca küçükseniz ve de çalıştığınız sektörde deneyimsizseniz, bir çok şeyi algılayamayabiliyor ve dışlandığınızı, önemsenmediğinizi rahatlıkla hissedebiliyorsunuz. İşte bu yüzden sadece teknik yönden değil, her konuda kendinizi geliştirmek, algılarınızı açık tutmak zorundasınız. Hatta bazen kişisel gelişim, teknik deneyimin de ötesine geçebiliyor.
Herşeyden önce hiç bir şirket aptal biriyle çalışmak istemez. Burdan akıllı olduğum sonucunu çıkartmıyorum elbet, daha katetmek gereken çok yol var. Kimileri gerçekten şanslı oluyor, doğuştan bazı iletişim yeteneklerine sahip oluyor ki bu insanlar zaten hemen parlayıveriyorlar. Mesela benim müdürüm benden sadece 4 yaş büyük. Bundan 4 yıl önce, yani benim şu an olduğum yaşta, o müdür olarak çalışıyordu. Ve uluslararası düzeyde geleceğinin çok parlak olduğunu anlamak için kahin olmaya gerek yok.
Bunları bir kenara bırakırsak, bağlantılarda okuyacağınız bir kaç yazı, sistemi görmek ve anlamak adına, orta kademe bir yönetici (eski adıyla şef, yeni tabirle supervisor) olarak benim çok işime yaradı:

- Cennet gibi işyeri olmaz.

- Motivasyon denilen şey çoğu zaman paraya bağlı değildir. Kişinin içinde çalışma isteği yoksa, bunu değiştirmek genellikle pek mümkün değildir. Altınızda çalışan birileri varsa bunu bilerek hareket etmek gerekir.

- Herşeye hayır diyen insanlar aslında korkaktır.

Şu yazıyı okuduğumda da pek hoşuma gitmişti, keşke pek çok yönetici böyle olsa demiştim. (Tabi bi de kendisiyle çalışan kişilerin fikrini sormak lazım.)

"Karakter aşınması" adlı kitap da bence çalışan, ya da çalışmayı düşünen her insanın mutlaka okuması gereken kitaplardan biri.

Aslında çok var tabi böyle yazılardan. Sistem sürekli değişiyor ama değişmeyen iki şey var bana göre: 1.Kurulan her şirket para kazanmayı amaçlar, kendisine para getirmeyecek hiç bir şey yapmaz. Prestij için yapılan sosyal sorumluluk projelerinin de amacı farklı müşteri kesimlerini kendine bağlamaktır, olumsuz imaj yaratmamaktır.
2. Paranın ve ticaretin etiği yoktur. Din, dil, milliyet, siyasi görüş felan dinlemez.

Yukarıda da dediğim gibi, bütün bu kişisel gelişim çalışmaları kendinizi ispatlayana kadardır. Ondan sonra canınızın istediği gibi davranabilirsiniz. Tabi kılıfına uydurduğunuz müddetçe. Ben henüz o aşamaya gelemedim.

Ayrıca, bir de Dilbert'i takip ederim hergün Radikal-onlinedan. Çok güzel anlatmaktadır işyerlerinin gerçeklerini.

İş hayatına atılacak çömezlere başarılar.

Salı, Kasım 07, 2006

Hayallerim, İstanbul ve Autoshow

Hayallerimin şehriydi İstanbul. Orada yaşayacaktım, orada çalışacaktım. Haftaiçlerim Gebze-İstanbul arasında gidip gelmekle geçecekti. Haftasonları İstiklal'den çıkmayacaktım. Küçük bir ara sokakta, bodrum katta ya da kot farkı olan bir apartmanın alt katında ev tutacaktım. Muhtemelen Üsküdar'da ya da Kadıköy'de. Ölesiye bir koşturmaca içerisinde geçecekti günlerim. Tiyatrolara gidecektim, dans gösterilerine gidecektim, aktiviteleri takip edecektim, modern sanata ilgi duyacaktım vs vs vs ... gibi planlarım vardı üniversitedeyken. Ama heyhat, hayat beni Adana'ya getirdi. Nasıl da sahip çıkmışım hayallerime görüyorsunuz değil mi :)

Ama yine de ara sıra gidiyorum İstanbul'a. Düğün, dernek, konser, iş gibi bahanelerle yılda en azından 2-3 kere oradayım. Bu hafta sonu İstanbul'daydım mesela. Kimya fuarına gittik, gezmek için. Gezdik, gördük, tanıştık. Katalog aldık, kart bıraktık. Yaşımdan ve görünüşümden dolayı firma temsilcileri tarafından ilk etapta pek de ciddiye alınmadığımı farkettim. Bana hala "aa, biz sizi öğrenci sanmıştık" diyenler vardı :)) Aslında bu gizliden gizliye hoşuma da gitmekte.
Dehşet bir soğuk vardı cumartesi günü. Adana'nın gözünü seveyim :) Ey İstanbul ahalisi, Adana'da görüp görebileceğiniz en soğuk hava bu hafta sonu orada gördüğünüz havadır!
Tesadüfe bakınız ki, bizim gittiğimiz fuar merkezinin hemen yanında CNR'da auto show 2006 vardı. Beraber gittiğim iş arkadaşım bir araba hastası olunca, mecburen oraya da girdik. Ben içeride rengarenk şovlar, süper arabalar, her tarafta birbirinden güzel manken kızlar bekliyordum ama yanılmışım. Arabanın ön koltuğuna bile oturmaktan hoşlanmayan bir kişi olarak bana pek bir şey hissettirmedi. (Böyle düşünmemin sebebi kesinlikle o arabaları alacak param olmaması felan değil. Alakası yok. Hoş olsa da almam zaten. Kaskosuydu, benziniydi, vergisiydi. Çalındı, çizildi derdiydi. Hiç gerek yok.) Bu arada, bence fuarın en güzel yeri klasiklerin sergilendiği standdı. Zaten tek fotografımı da orada çektirdim. 1960 model, ateş kırmızısı bir Cadillac. Muhteşem.

Merak etmeyin, iş arkadaşım benim kadar ilgisiz kalmadı fuara. Buyrun bu da ondan bir foto:

Cuma, Kasım 03, 2006

Zaman geçer gider

Biz de Meliscik gibiydik, sonra şöyle olduk:


Üstteki fotonun çekildiği bayram gününü -ki tarih 20.03.1984- hatırlamaktayım. Mankenler poz veriyor, ben de vericem diye tutturmuştum.
Kendimi bildim bileli her bayram o eve gideriz. Dudiş'i öperiz, para isteriz. Mutfakta tatlı yeriz. Şimdiki hali çok farklı evin. Tıpkı bu fotodaki bizler gibi, o da değişti. Mesela şimdi biz şöyle şeyler yapıyoruz: (Soldan sağa) Volki (bi de böyle bi yönü var), Bora, Tıytıl, karakız.

Ve mesela o evde şimdi şöyle pozlar veriliyor:


Söylenecek çok şey olup da susmak istediğim bir an şu an.

ps. Tıytıl hazinede çalışmaya başladı. Ve ben kendisini yıllardır görmüyorum.

Çarşamba, Kasım 01, 2006


Yazın yukarıdaki gibiydi, şimdi kanlı canlı karşımızda. Ve çok güzel. Ve çok tatlı. Ve çok nazlı.
Sağlıkla büyü Meliscik.